25 Kasım 2018

HONDA MSX 125 İLE BATI KARADENİZ GEZİSİ

Uzun zaman oldu motosiklet ile yollara çıkmayalı. En son 2016'nın sonlarında hızlı bir Antalya gezisi yapmıştım. Bugünden geriye dönüp baktığımda iki yıl hızlı geçmiş, evlenmişim birde ikiz çocuklarım olmuş. Arada bir kaç motosiklet değiştirmişim. Son olarak honda msx 125 aldım. Bir anlık heves ile satın aldığım  minik ve şirin mi şirin bu motosikletle yola çıktım.
Gezi rotası:
Sabah erken güneş doğmadan çıkıyorum evden, akşamdan motosiklete yükü güzelce bağlamışım sabah uğraşmıyorum. Çok seviyorum yolculuğa güneş doğmadan çıkmayı, ortalık sessiz, caddeler bomboş ve ıslık çalarak bedenime çarpan sabah esintisi... kendimi çok zinde hissediyorum.
Bu yolculukta biraderim eşlik ediyor bana. Yolda Harun arkadaşımda katılacak bize. Harun ile kamp buluşmalarımız sanıyorum ki geleneksel hale geldi. 
Sabahın altısında buluşma yerinde bir araya geliyoruz.
Fazla oyalanmadan yola çıkıyoruz. Hiç acelemiz yok, bu cümleyi yolda tekrarladıkça ferahlıyorum. Saate bakma ihtiyacı hissetmiyorum. Zaten hep acelemiz var. İşler acildir, yemek acilen yenir, işe acilen gidilir... Biraz olsun bu aceleciliğin dışına çıkmak için düşmüyor muyuz yollara. İzmit'i geçip Kandıra yolunu tırmanmaya başlayınca siste eşlik ediyor bize. Sabah yolculuklarının olmazsa olmazlarındandır sis ve gün doğumları. 
Ağır bir tempoda ama neredeyse hiç durmadan sürüyoruz ta ki deniz görünene kadar. Karadeniz ile Karasu da buluşuyoruz.
 Yolculuklarımın en büyülü anlarındandır, yolculuğun bir yerlerinde denizle buluşma. Önce kokusunu duyarsınız sonra birkaç viraj geçersiniz bir anda masmavi deniz görünür. Bütün yorgunluğunuz gidiverir.İçinizden denize en çok yaklaşan bir yol ararsınız. Deniz kenarında biraz dinlendikten sonra Zonguldağa doğru tekrardan yola düşüyoruz. Yol beni şaşırtıyor, daha sakin ormanlar içinden geçen bir yol beklerken oldukça yoğun sıkıcı otoban görünümlü bir yoldan ilerliyoruz. Zonguldağa kadar bir iki mola veriyoruz. Bol bol oyalanıyoruz. 
(Gezi yazısına nihayet haftalar sonra geri dönüyorum.)Güzel virajlı yollardan sonra öğle saatlerinde Zonguldak şehir merkezine ulaştık. Ankara dan gelecek olan arkadaşı bekliyoruz. Şehir merkezi gördüğüm bir çok şehir merkezi gibi, son derece zevksiz, kalabalık, trafik...ve özgünlükten yoksun. Doğa da dağlar, ovalar, denizler ve dahi kırsal yaşam, isimler ve bize anımsattıkları benzer olsa da kendi içlerinde muazzam bir öznellik,kendine haslık ve dinginlik barındırıyor. 
Bir süre bekledikten sonra Harun da geliyor. Çay içip sohbet ediyoruz. Bir kaç kare fotoğraftan sonra ayrılıyoruz şehir merkezinden.
Şehir merkezinden ayrıldıktan sonra, virajlı ve manzaralı bir yoldan ilerliyoruz. Arada da bir durup mola veriyoruz, muhabbet ediyor fotoğraf çekiyoruz. En son Yenice'ye uğrayıp yiyecek alıyoruz ve soluğu Şeker Kanyonunda alıyoruz.
Dar ve yüksek yamaçlardan oluşan kanyonun girişi, bizi şaşırtmayan yurdum manzarası karşılıyor. Kalabalık,mangal dumanları, bir sürü araba, müzik.. Hiç durmadan kanyonun içinde ilerliyoruz. Gittikçe yükseliyor, genişliyor, yol dahada bozuluyor ve aynı oranda tenhalaşıyor. Yorgunum fakat tırmandıkça keyif alıyorum.

Sağa sola kamp yapacağımız yer arıyoruz, kah orası kah burası derken zirveye çıktıyoruz. Kamp yapacağımız uygun bir yer bulamadık ama Zirvede güneşi batmak üzere iken yakaladık. Kesinlikle bu manzara tüm yorgunluğa deydi.




Yence ormanları Türkiye'nin bir çok anıt ağacına ve endemik bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Özellikle Istıranca meşesinin yetişme alanıdır. Bu orman bölgesinde vakit geçirmek için biraz geç kaldık, zira kanyona vardığımızda karanlık çökmeye yakındı. Üstüne üstlük asıl ormanlık bölge için yanlış taraftan giriş yapmıştık. Çokta umurumda değil sadece bir köşeye çadırı kurup uyumak istiyorum. Yukarılarda kamp için uygun yer bulamayınca tekrardan inişe geçiyoruz. Başladığımız noktaya geri geliyoruz, kanyon girişine. Anayol üzerinde bir süre ilerliyoruz, bir dere kenarı bulup iniyoruz. Kamp yeri bulunca rahatlıyorum. Aslına üçümüzde yorgun,plansız ve yeterince hazırlıksız çıkmıştık yola. Bir sürü bozuk yola girmiştik. Üçümüzün motosikleti bu yola uygun değildi. Benim msx125 çok küçüktü, kendimi el arabasında yolculuk yapmışım gibi hissediyordum. Harun'un cbf600'ü bozuk arazi için çok ağırdı ve dahası lastikleri hiç uygun değildi. Doğrusu gene de çok iyi iş çıkardı. Ömer Kymco 200 scooteri ile (kaya gibi sert amortisörleri vardır)sanırım eşek tepmiş gibi hissediyordu. Ara sıra durup durup "bir daha böyle bir yola girenin....." dediğini anımsıyorum. Yemekten sonra bir bardak çay yorgunluğumuzu aldı. Çadıra geçip uzandım bir anda uykuya dalı vermişim. Son hatırladığı şey" Ne kadarda yorgunum, bir çok şey için niye bu kadar koşturuyorum ki.." 
Sabah iyice dinlenmiş uyandık, kahvaltı yapıp toparlandık.
2. gün yollarımız ayrıldı. Harun erkenden Ankara yönüne gazlayıp gitti. Ben ve Ömer tam aksi istikamete Devrek üzerinden Yedigöller'e varmak için yola düştük. Aslında daha önce Yedigölleri gördüm. Hem Ömer görsün istiyordum hemde dönüş yolum üzerinde tercih edebileceğim mantıklı rota gibi görünüyordu. Yedi göllere giderken mümkün mertebe köylerden geçen yolları tercih ettik. Güzel ve sanki zamanın yavaş ilerlediği yerlerden geçtik.
Kendi içinde mistik bir havası taşıyan bu köyleri tek tek geride bırakıp Yedigöllere yaklaştıkça giderek yol bozuldu, hiç düzelmedi  bozuk, daha bozuk, daha daha bozuk....


Sonunda Yeigöller'e vardık. Vadinin içi serindi, bunca yorgunluktan sonra serinlik iyi geldi. Uygun bir yer bulunca motorları park ettik. Ocağı, çaydanlığı çıkarıp çay demledim. Bir kaç saat, etraftaki gereksiz kalabalığa aldırış etmeden bir ağaca yaslanıp çay içtik.



İyice dinlendikten sonra yola çıktık, çok güzel virajlı ve manzaralı  yoldan  Bolu'ya ulaştık. Dağların silueti beni benden alıyor.
 Bolu dan sonra bu günlük son durağımız Abant gölü. Hiç durmadan 1 saatlik bir yolculuk sonrası Abant gölüne varıyoruz. Daha öncede gelmiştim. Doğrusu özlemişim. Göl etrafında şöyle bir turlayıp, gölün üst taraflarına daha sakin, gölü de tepeden gören bir noktaya çadırlarımızı kuruyoruz.


Abant'ta güzel ve keyifli bir gece geçirdik, kamp ateşi önünde, ne söylenebilir ki başka...
İyice dinlenmiş olarak yeni güne başladık. Gezimizin son günü artık eve dönüş yolundayız. Abant'tan sonra yol üzerinde Mudurnu'ya uğruyoruz. Tarihi bir yer. Sakin ve Güzel ahşap bir mimariye sahip. Saat kulesine çıkıyoruz. Maalesef şehrin simgesi olan saat kulesinin saati yok. Simgesi kaybolmuş şehrin. Bu iyi mi kötü mü karar veremedim. Simgesini kaybedip özünü mü yitirecek yoksa zamanı kaybedip özünde mi kalacak?
Mudurnu ya veda ettikten sonra tekrardan yola düştük.Küçük bir kaç mola dışında durmadık. Yolda, bayram dönüşü çıldırmış gibi İstanbul'a hucum eden trafiğin arasından sıyrılıp üçüncü günün akşam üstü evimize vardık. Huzurluyduk.

NOT: Bu 3 günlük gezi de toplamda 800 km yol yaptım. Ortalama 100 km de 1,9 lt yakıt tüketimi ile msx beni oldukça şaşırttı. Bu geziden sonra Msx 125 ile yollarımız ayırdık. Çok severek aldığım, bir süre kullanıp evin bir köşesine koymayı düşündüğüm bu şirin motosikleti geziden sonra sattım. Bu güne kadar bir çok küçük cc motosiklet kullandım, hepsi ile de bir çok uzun yola çıktım. Aslında küçük motosikletleri çok severim oldum olası hayranımdır. İmkansızlıklar mı beni hayran etti yoksa küçük eşyalara hayranlığım doğuştan mı bilemiyorum. Msx beni küçük bir commuter'in yoruculuğundan çok daha fazla yordu. Bu sebeple yollarımız ayırdık. Ben de hep güzel bir anı olarak kalacak.

Hiç yorum yok:

İNÖNÜ YAYLASI GEZİSİ (13.04.2024)

13 Nisan Cumartesi günü scooter ile İnönü yaylasına çıkmak  için önceden plan yapmıştım. Ömer de bana eşlik edecekti ama son anda işi çıktığ...