03 Eylül 2023

DOĞU ANADOLU GEZİSİ (12-18 Temmuz 2023)

 ONUNCU YIL HATRINA

On yıl önce çıkmıştım ilk uzun yolculuğuma. Geriye dönüp baktığımda bir arpa boyu yol sayılabilir. Uzaktan haritalara bakıldığında az yada küçük görünebilir. Ama yaklaşıp geçmişe yolculuk yaptığımda çok fazla  anı hatırlıyorum. Küçük bir an bile kendi içinde çok fazla hikaye barındırabilir. 

Çocukluğumda, evimizin duvarında bir  takvim hatırlıyorum. Dağların arasında bir göl, gölün kıyısında yükselen çift minaresi ile bir cami, daha geride ahşap bir köy ve yemyeşil yamaçlar. Takvimin kenarında küçük bir yazıyla Uzungöl/Trabzon yazıyordu. Uzun uzun bakardım. Bana  rüya gibi gelirdi. Bazen gerçekliği konusunda şüphe bile duyardım. Gerçi yıllar sonra Uzungöl' e gittim. Hüsrana uğradım. Evimizin yakınlarında bir tarla vardı. Biraz yüksekte bir tepenin üstünde, o zamanlar ekilip biçiliyordu-şimdilerde ortasından bir viyadük biçip geçti- Bir haziran ayında henüz sararmaya yeni başlayan başaklar üstünde gün batımına dek geldim. Büyüleyici bir andı. O anı kayıt edecek bir fotoğraf makinam yoktu. Hiç kıpırdamadan güneş batana kadar izledim. O anın üstüne henüz manzara hatırlamıyorum. 

Çok daha sonra 2012 yılında askerde, bir arkadaşım babası ile İstanbul dan Manisa'ya yaptıkları bisiklet yolculuğunu ve bu yolculukta başlarından gecen maceraları ballandıra ballandıra anlatıyordu. Önümdeki işe odaklamayınca, biraz alaylı bir şekilde; " Eee ne anladın bu işten?" diye soruverdim. Arkadaşım bana dönüp; "Öyle demeyin hocam, yaşlanmak nasip olursa torunuma anlatacak hikayem var." dedi.

Bir insanın anlatacak hikayesi olması. Benim için vurucu bir cümleydi. Bir çok an içinde çok iyi hatırladığım bu üç olay benim 2013 Haziranında motosiklet ile yolculuklara çıkmama ve hikayeler biriktirmeme neden oldu. Yalnız çıktığım o ilk yolculukta ki heyecanı şimdi bile hissediyorum. Onuncu yıl hatırına, ilk yolcuğa başladığım yeri de kapsayan, üstelik gene bir başıma yola çıktım.

HAZIRLIK

Yola çıkış tarihi olarak 12 Temmuz diye belirledim. Bu yıl Cfmoto 250 NK ile yola çıkıyorum. Yola çıkmadan bir kaç gün önce bakımlarını yaptım, Yolculuk için gerekli malzemelerimi hazırladım. Son güne kadar yaşamın kaotik belirsizliklerinden kaynaklı her an iptal etme durumunun stresi içinde 11 temmuz akşamı malzemeler motosiklete bağlanmış her şey hazır durumdaydı. Çok önceden çizdiğim rotayı gözden geçirdim ve bir sorun çıkmaması için dua ettim.

Gezi Rotası:

1.GÜN
Yarım yamalak bir uykudan sonra saat beşi biraz geçe uyandım. Stresten mi heyecandan mı bilemiyorum yolculuk öncesi doğru düzgün uyuduğumu hatırlamıyorum. Hazırlanıp yola çıktığımda saat sabahın altısı olmuştu ve güneş çoktan yükselmişti. İçimden birazcık hayıflandım. Keşke biraz daha erken çıksaydım gün doğumunu yolda yakalasaydım diye. 

Sakarya'yı geçtikten sonra güneş iyiden iye yükselmiş yoldaki gölgeler azalmıştı. Bir saat kadardır yoldaydım, hava rüzgarlı ve neredeyse üşütecek karar serindi. Tecrübeler doğrultusunda yaz günüde olsa sabahları sıkı giyinmek gerektiğini biliyorum. Üşütüp hasta olmak yolda en son istenecek bir durumdur.  Bolu tünelini geçene kadar mola için durmadım. Bolu da bir dinlenme tesisinde, kısa bir kahvaltı ve yakıt molası sonrası gene yoldaydım.  Sıkıcı ve fazla bir otoban sürüşü pek keyifli değildi. Hatta bazen sanki ansızın yolun bir yerinden yada ilk çıkıştan ayrılıp dönecekmişim gibi hisler beni sarıyordu. Aslında uzun süreli yerleşik yaşamdan çıkışı temsil eden yolculuk haline alışmakta sancılı oluyor. Bazen bir şarkı nakaratı tutturuyorum, bazen kendimle tartışıyorum. Yoldaki tırların üzerindeki yazıları okuyorum. Örneğin, Tırların üzerinde neden 70-80-90 yazıyor? diye soruyorum. Bir tek yoldayken aklıma geliyor bu soru. Her hangi bir zaman bakıp araştırmışlığım hatta merak etmişliğim yok. 
Gerede yakınlarında otoyol bitti. Daha kıvrımlı ve manzaralı yol ile birlikte kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Öğle saatlerinde bu günlük yolu yarılamıştım. Yol kenarında uygun bir gölgelik bulunca bir süre dinlendim. Kavak ağacının altında bir süre yere temas edip dinlenmek çok iyi hissettirdi. Hafif rüzgar ile birlikte kavak ağacının hışırtısı kendine has melodisi ile ruhumu sakinleştirdi. Rüzgar estiğinde, her ağaç farklı sesler çıkarır. Çam ve meşe seslerini sevsem de hiç biri kavak ağacı sesi gibi değil. Yeterince dinlendikten sonra yolda devam ediyorum.
Ilgaz'a yaklaştıkça yolun sağ ve solunda dağlar daha da belirginleşmeye başladı. Sol tarafta Ilgaz dağları, sağ tarafta Köroğlu dağlarını arasında kıvrılıp giden yol beni yola bağlayan hislerimi tekrar hatırlattı. 
Vakit öğle saatini epey geçmişti. Yemek molası için yol kenarında gözüme ilişen bir tesiste durdum. Ağaç gölgesinde başka bir motosiklet görünce yanına park ettim. Motosikletin sahibi yaşını almış adam ile biraz yol sohbeti yaptık. İzmit'ten Trabzon'a gidiyormuş. Her yıl aynı rotayı gidiyormuş yorulunca herhangi uygun bir yere kamp kuruyormuş. Birbirimize iyi dilekler dileyerek vedalaştık o benden önce yoluna devam etti. İçimden, bu adamın yaşına erişme fırsatı bulursam sakince, konfor aramaksızın yollarda olmayı diledim. 
Osmancığa yaklaştığımda hoş manzara karşısında durdum. Kızılırmak kenarında yeşil çeltik tarlaları güneş ışığı ile birlikte parlıyordu. Öteye doğru bakıldığında sarp bir kaya kütlesi üzerinde Osmancık kalesi görünüyordu. 
Akşam üstü saat altı buçuk gibi Amasya' ya ulaştım. Kalabalık ve sıkıcı trafiği aşıp konaklayacağım oteli buldum. On yıl önce de benzer tarihte aynı otelde kalmıştım. Evimdeymişim gibi hissetim. Otelde duş alıp, kıyafetlerimi değiştirdim. Bu gün yaklaşık 650 km yol yapmıştım ama kendimi gene de dinç hissediyorum. Otelden neredeyse güle oynaya çıktım. Öncelikle motosikletin gerekli kontrollerini ve yağlamaları yaptım.  Bu gün bana iyi bir yol arkadaşı olduğunu gösterdi. Her türlü bakımı hakkediyor.
Üzerinden on yıl geçmesine rağmen geçtiğim cadde ve sokakları unutmamıştım. Hızlıca Yeşilırmak kenarına inip  uygun bir köşeye motosikleti park ediyorum. Eskiye nazaran daha kalabalık ve daha fazla turistik öğe ile karşılaştım. Eskide nehir kenarında ki cadde renkli taşlar ile döşeliydi şimdi yerinde asfalt var. Bu detayları unutmadığıma şaşırdım doğrusu.
Sakin ve amaçsızca yürüyüş yapıyorum. Nehrin bulunduğum tarafında bir insan gürültüsüne tezat nehir sakin, karşıdaki tarihi evler, daha geride dağa oyulmuş kaya mezarları, yukarıdaki kale sessiz ve dingin görünüyordu. Karanlık çökene kadar manzarayı izledim. Sonra yol kenarında bir mekanda yemek yedim. Sokaktan geçenleri izledim. Kimisi hızlı kimi yavaş. Kimi somurtkan kimi gülen. Büyükler nizami yürüyordu, çocuklar bu nizami akışla zıtlaşmaktan geri durmuyorlardı. Her şey eski bir fotoğraf albümünü karıştırmak gibiydi.
Şehir merkezinde epeyce vakit geçirdikten sonra otele geri döndüm. 2013 yılında 460km bir sürüş yapıp  aynı otele akşam üstü varmıştım. bir kaç dakika dinlenip şehri gezmeye çıkarım demiştim. Yorgunluktan uyuya kalmıştım, Gözümü açtığımda sabahın yedisi olmuştu. Aksam yedi sabah yedi arası on iki saat uyumuştum. Belki de bayılmıştım. İlk seyahatimin ilk uzun sürüşü ilk feci yorgunluğuydu. Yatağa uzandığımda bu anımı şimdi keyifle hatırlıyorum. 
2. GÜN
Sabah erken uyandım. Yeterince uyumuş ve dinlenmiştim. hızlıca hazırlanıp çantamı motosiklete bağladım. yola çıktığımda saat altı buçuğa geliyordu. Amasya dan Tokat'a doğru yol almaya başladım. Sabah saatlerinde yollar sakin hava güzeldi. Güneş giderek yükseliyordu. Epeyce yol aldıktan sonra yakıt almak için durdum. Petrol istasyonunda çay bulunca biri iki atıştırmalık ile kahvaltı yaptım.
Niksar'a yaklaştığımda ana yoldan ayrıldım. En güzel manzaralar yada yada maceralı bir yolculuk hep ana yollardan ayrılınca başlıyor. Niksar'a doğru ayrılınca beni önce her iki tarafı ağaçlar ile kaplı bir yol karşıladı sonra Kelkit çayı kenarından yola devam ettim. Rakım yükselmeye başlamadan hemen önce küçük bir gölet manzarası karşısında bir süre dinlendim. 
Önümde yükselen Canik dağlarına doğru tırmanan yola devam ettim. Dağa doğru kıvrılarak yükselen yolu kat ettikçe moralimde yükseliyordu. Kuzey Anadolu dağlarının bu bölümünden geçip, kıvrılan yolda ilerlerken her bir tepeye ve zirveye selam verdim. 
1500 metrenin üzerine çıktığımda artık orman örtüsü yerini dağ çayırlarına bırakmıştı. Düzlükler ve tepeler tamamen yeşil örtü ile kaplanmıştı.
Bir süre güzel manzara eşliğinde yol aldım ve Aybastı perşembe yaylasına ulaştım. Perşembe yaylası Canik dağlarının 1500 m yükseltisinde yer akıyor. 1500 metre Canik dağlarının yüksek kesimleri sayılmaktadır. 1900 metre zirveleri olsa da bu dağların ortalama yükseltisi 1500 metredir. Batı ve doğu Karadeniz dağlarına göre yükselti fazla değildir. Yayla çevresine göre çöküntü bir düzlüktedir ve içerisinde büklümler çizerek akan menderes ile dikkat çekicidir. Çok fazla turistik olduğu için bunun izlerini çevrede gözlemlemek mümkündür.
Bir süre manzara izleyip fotoğraf çektim.

Aybastı perşembe yaylasından ayrılıp tekrardan yola düştüm. Dağların kuzey yamaçlarından dik ve virajlı yolları takip edip Fatsa ya doğru hareket ettim. Dağdan iniş rotası bitki örtüsü daha gürdü. başlangıçta yol kötü ve dardı ama Perşembeye yaklaştıkça yollar genişledi ve düzeldi. Muhteşem dağ, orman ve dağ yamaçlarındaki köy manzaralarını izleyerek yolculuğa devam ettim.


Öğle saatlerinde Karadeniz kıyısına ulaşmış oldum. Fatsa'dan Ordu'ya kadar durmadan devam ettim ve Ordu'da yemek molası verdim. Doğrusu dağ inişi beni biraz yordu. 1 saat kadar dinlendim ve yola devam ettim. 

Ordu'dan sonra Karadeniz sahil yolundaki trafik yoğunluğu da arttı. Karadeniz sahil yolundan daha öncede de geçmiştim. Bu yol beni en çok korkutan yollardan biri. Anayoldan çok şehir içi trafiğine benziyor ve yol uzadıkça yorucu oluyor. Sahil kentleri dar bir kıyı şeridine dizilmiş. Kuzey Anadolu dağları bu şehirlerin güneye doğru genişlemesine imkan vermez. Bu nedenler şehirler doğu batı yönlü genişlemiştir. Bir kaç dağ uzantısı dışında yerleşme, kıyı şeridi boyunca kesintisizdir. Bu durum ana yola çok fazla bağlantı anlamına geliyor. Özellikle Trabzon'a doğru turistik yoğunlukla birlikte yol çekilmez ve tehlikeli hale geliyor. Temkinli bir şekilde ilerlerken bir köpeğe çarpmaktan son anda kaçtım. Bunu hiç beklemiyordum doğrusu. Yolda küçük molalar dışında fazla durmadım. Akşam güneş batmaya yakın Trabzon'a ulaşmıştım.
Bir petrolde dinlenirken 2 YBR 125 kullanıcısı geldi. Gezginler bir yerde dek gelince sohbet kaçınılmaz oluyor. İki arkadaş Tokat'tan çıkıp Batum'a doğru gidiyorlardı. Eğlenceli ve güler yüzlü bu iki gezgin ile sohbet uzayınca Maçka'ya tahminimden geç vardım.
Trabzon Maçka'ya ulaştığımda güneş batmış karanlık çökmek üzereydi. Maçka'da marketten su ve yiyecek aldıktan sonra daha önce rezervasyon yaptığım kamping alanına ulaştım.
Kamp alanı vadi içinde küçük bir alandı. Oldukça yoğundu. Çok fazla yabancı turist dikkatimi çekti. Bu gün 490 km yol yapmıştım. hem dağ yolları hem de yoğun sahil yolu beni biraz yordu. Yemek ve çay faslından sonra çadırıma dinlenmeye çekildim.

3.GÜN
Sabah yorgun uyandım. Gece ailem ile ilgili bir beklenen, bir iki beklemeyen sağlık sorunu ile ilgili haber aldım. Biraz endişe birazda yolculuğa devam edip edemeyeceğim huzursuzluğu ile doğru düzgün uyuyamadım. Sabah ne yapacağım konusunda kararsız bir şekilde kampı toplayıp Maçka dan Trabzon'a doğru yola çıktım. Aslında sabah saatlerinde Sümela Manastırı ve çevresini fotoğraflamayı düşülmüştüm. Moralim iyi değildi bende oyalanmadım. Ama sabah saatlerinde yol üzerindeki güzel manzaralara da kayıtsız kalmadım.

Trabzon'a ulaştım. Tamda yol ayrımında bir petrolde durup mola verdim. Ya batıya doğru eve dönecektim yada doğuya doğru yolculuğa devam edecektim. 2016 yılında da bu rotaya çıkmış ama talihsiz bir kaza yüzünden Artvin Hopa dan sonra devam edememiştim. Acaba gene mi yoluculuk yarıda kalacak?
Öte yandan ailemde sağlık sorunları ile ilgili endişeli bir bekleyişteydim. Evden uzaktayken sorun olmaması için dua ettim. Petrol istasyonunda 2 saat kadar eşimden haber bekledim. Olumlu haber aldıktan sonra müthiş rahatladım ve doğuya doğru hızla yola düştüm. Kuş gibi hafiftim. Tüm yorgunluğumu unuttum diyebilirim. 
Bir saat kadar sürüşten sonra yol kenarında bir tesiste mola verdim. Yolculuklarda genelde günün ilk saatlerinde bir şeyler yiyeceksem önceliğim çorba olur. Seçenekler arasında balık çorbası görünce merak edip sipariş ettim. Hayatımda ilk defa içtiğim  balık çorbası çok hoşuma gitti. Neden daha önce balık çorbası içmediğimi kendime sorduğumda tutarlı hiç bir cevabım yoktu. Yemek sonrası içtiğim lezzetli çaydan sonra yola devam ettim.
Akıcı bir sürüşle öğle saatlerinde Hopa'ya ulaştım. Hopa dan sonra sahil yolundan ayrılıp Borçka' ya doğru devam ettim. Borçka'ya yaklaştıkça etrafımda güzelleşen dağ ve orman manzaraları, Borçka dan sonra daha da büyüleyici hale geldi. Çoruh nehrini görünce durup fotoğraf çektim.
Dağların arasında kıvrılarak ve sürekli yükselerek devam eden yolu takip ettiğimde dik yamaçlı dağlar ve dağları kaplayan yoğun bitki örtüsünü gözlemledim. Geniş ve iğne yapraklı ağaçların farklı renk tonları ile açık ve koyu yeşil tonlar arasında bir ahenk vardı. Dağ eteklerinde küçük dereler, kenarlarda küçük köy yerleşmeleri ve dar alanlarda bostanlar bu dağlardaki yaşamın özetiydi. Kah sürüş kah fotoğraf derken kendimi Karagöl Tabiat Parkı tabelası önünde buldum.
Arnavut kaldırım taşları ile döşeli yoldan göle doğru yola devam ettim. Bir çok yerde yoldaki taşlar çökmüş ve bozulmuştu. Zor sayılabilecek 10 km kadar sürüşten sonra Karagöl'e ulaştım. Yolun kötü olmasından hiç şikayetim yok, yol bozuldukça tabiatın daha az baskı altında kalacağını ümit ediyorum. Gene de taş yoldansa toprak yolu tercih ederim.
Milli park girişinde 25 tl ödeme yapıp içeri girdim. Göl alanı, otopark alanına göre alçakta kalıyor ve göle patikalardan yürüyerek iniliyor. Göle ulaştığımda saat öğleden sonra dördü gösteriyordu. Akşama kadar epeyce vaktim vardı. Otoparkın üst tarafında kamp için izin verilen yere dönüp, Kayın ağaçları altında çadırımı kurdum. Eşyaları çadıra bırakıp yanıma yiyecek ve fotoğraf makinesi alıp patikayı takip ederek göl kenarına indim.
Göl kenarına inince serin ve nemli hava ile karşılaştım. Gün boyunca sıcak ve motosiklet kıyafetlerinden sonra ilaç gibi geldi. Sık ormanla kaplı dağların arasında, ormanların yansıması ile yeşile boynammış gibi duran gölün manzarasında karnımı doyurdum, etrafı izledim. Kalabalık sayılmazdı ama turistik bir görüntüde söz konusuydu.
Karçal dağlarının içinde, 1500 metre yükseltide  bulunan Karagöl heyelan set gölüdür.(Bazı görüşlere göre doğrudan heyelan gölüdür)Yamaçlardan kopan toprak kütlelerinin bir akarsuyun önünü kapatması ile oluşmuştur. Gölün etrafında ince uzun ladinler ve güzel renkleri sarıçamlar,  koyu tonları ile göknarlar heybetli görünüyorlardı. Ağaçların altında bol bol eğrelti otu fark ettim. Fotoğraf çektim, dinlendim manzara izledim. Güneş batmaya yakın kamp alanına döndüm.
Kamp alanında çayın demlenmesini beklerken ormandaki kuş cıvıltılarını dinledim. Kendimi huzurlu  hissediyordum. 8 yıl önce ulaşamadığım yere bugün gelebilmiştim. Kuş sesleri durdu, günübirlikçiler gitti, karanlık çöktü ve ben defterime bir kaç not aldıktan sonra uykuya daldım.
4.GÜN
Sabah 07.00 de uyandım. Gece üşüdüğüm için bir iki kez uyansam da güzel uyumuş dinlenmiştim. Çadırdan çıktığımda hafif toprak kokusu aldım. Derin nefes aldığımda  keskin bir hava ciğerlerimi yaktı ve bir kaç kez öksürdüm. Kamp malzemelerini toplayıp hazırlandım. Saat sekiz gibi yola hazırdım. 

Bir önceki gün geldiğim yoldan dönüşe geçtim. Dün Karagöl yolunda bir çok araç ve insan vardı o yüzden pek durmak istememiştim. Bu sabah yolda benden başka kimse yoktu. Ağaçlar arasından sızan güneş ile yer yer parlayan bazen gölgede kalan yoldan devam ettim. Yolda bir iki küçük şelale önünde durup fotoğraf çektim. 
Milli parktan çıkıp Borçka ya doğru vadi boyunca ilerledim. Yeşil sanki daha da yeşil, gök yüzü bir başka maviydi. Bütün bu güzelliğin içinde akıp geçiyordum. Belki de daha fazla durmam gerekti. Uzun zamandır planladığım, gelmek için can attığım coğrafyadan akıp geçmek garip bir histi. 
Borçka da hiç durmadım. Nehir üzerindeki köprüden geçip nehrin solundaki yolu takip ettim. İnişli çıkışlı ama daha çok yükselen bol virajlı yoldan ilerledim. Sağımda dağların arasına yayılmış Borçka Barajı ve gerilerde dağ siluet dikkat çekiciydi. Sık sık durup fotoğraf çektim. Bu kadar fotoğraf yeter diye yola devam ediyorum ama ilk viraj çıkışında beni durduran ayrı bir manzara cıkıyor karşıma. Baş döndürücü sabah etabı, yol kenarında bir dinlenme tesisinde son buldu. kahvaltı ve cay molası verdim.
Moladan sonra kıvrımlı bir yoldan inerek devam ettim. Bir noktadan sonra yolum zikzaklar çizerek dağ yamacında tırmanmaya başladı bir yerde durup geriye baktığımda az önce yanından geçtiğim Çoruh nehri ve kıyısındaki Artvin şehri geride kalmıştı. Vadi içine kurulmuş bu şehir eğimli dağ yamacına sıkışıp kalmıştı. Böyle zor bir coğrafya da bir şehrin tarihi anlamda gelişmesi kolay değildir. Stratejik bir geçiş bölgesi, tarihte istilalardan korunma  yada önemli yer altı/ yer üstü zenginlikler sahip olması neden olmuş olabilir. Artvin tarihi ile ilgili malumatım yok ama bakır, çinko ve kurşun gibi madenleri olduğunu biliyorum.
Yolun bu bölümü uzun süreli bir tırmanış oldu. Epeyce yükselmiştim. Ormanlar daha biraz seyrekleşmişti. Yanlızçam dağlarının muhteşem manzarası karşısında durdum ve izledim. geçip gitmek saygısızlık olurdu.
Yolun devamında tekrardan inişe geçtim. Vadi içinde sağ tarafımda Çoruh'un bir kolu olduğunu düşündüğüm dere kenarından yola devam ettim. Bu noktada coğrafyadaki değişim hemen göze çarpıyordu. Olduğum yeri bilmesem İç Anadolu'da bir vadide geçtiğimi düşünürdüm. Çam ormanlarını yerini daha bodur meşeliklere bırakmıştı. Kısa mesafede çok fazla değişiklik gösteren ve oldukça engebeli bir coğrafyamız var. Yer şekilleri ile birlikte iklim ve bitki örtüsü de hızla değişmektedir. Yer şekillerine bağlı değişimin en iyi gözlemlenebileceği yerlerden biri şüphesiz Kuzeydoğu Anadolu'dur. Yolda bol miktarda kaya döküntüsü fark ettim. Aniden yola düşen bir kaya parçası tehlike oluşturabilirdi. Bir iki fotoğraf çekmek dışında durmadan devam ettim.

Şavşat'a ulaştığımda bitki örtüsü bir anda değişti. Yolumun sağ ve solunda dağ yamaçları çam ormanları ile kaplıydı. Yoğun yeşil tonlar ile kaplanmış yamaçlar beni hayretler içerisinde bırakıyordu. Bir saat içerisinde bütün manzaram değişmişti. Şavşat'ın merkezine girmeden Ardahan yoluna doğru devam ettim. Şavşat sakin şehir(cittaslow) unvanına sahip. Şehrin girişindeki tabelada şöyle yazıyordu; "Biliyoruz çok geçmeden yine geleceksiniz" 
Kesinlikle öyle olmalı, mutlaka yine gelinmeli.
Şavşat'ı geride bırakıp Ardahan'a doğru dağ yamacını zikzaklar şeklinde tırmanan muhteşem bir yol beni karşıladı. Yola mı odaklansam, doyasıya manzarayı mı izlesem bilemedim. Heyecanımı tarif edemiyorum. Sürekli yükseliyordum ve çevreyi daha geniş acıda görüyordum. Bir yerde durup geride bıraktığım yolu, yavaş yavaş seyrekleşen ağaçları izledim. Çok ötede Karçal dağlarının yer yer karlı keskin zirveleri görülüyordu. O an orada bulunma hali heyecan vericiydi. Bulunduğum yol keskin bir ayrımın işaret çizgisi gibiydi. Bu noktadan sonra iklim ve bitki örüsü değişiyordu. 
Yolun devamında ağaçsız tepeler göründü. İlk fark ettiğim sert rüzgar oldu. 2470 metre Çam Geçidine ulaştığımda karşımda hafif dalgalı Ardahan platosu uzanıyordu. Bu an itibariyle bu güne kadar geçtiğim en yüksek geçitten geçmiş oldum. Platoya ulaştığımda manzara, iklim, bitki örtüsü keskin bir şekilde değişmişti. Yollar daha düzdü. Hava rüzgarlı ve sertti. Dağlar çok daha ötedeydi. Ardahan platosu bir lav oluşumudur. Kıtaların hareketiyle kıvrılan ülkemiz. Arap levhasının sıkıştırmasıyla Doğu Anadolu bölgesi kıvrılıp yükselmiş. Bu hareketler sonucu bölgede yoğun volkanik aktiviteler başlamış ve kalın bir lav örtüsü bu bölgeyi kaplamış. Bu lav örtüleri zamanla akarsular tarafından vadiler yarılmış geride yüksek düzlükler kalmış. Arazi az eğimli yol düzdü ve çok uzaktan Ardahan'ı görebiliyordum.
Yol üzerinde Kura Nehrine dek geldim. Türkiye den doğup yurt dışına çıkan akarsularımızdan biridir. Allahuekber dağlarından doğan Kura, Gürcistan ve Azarbeycan'ı geçip Aras nehri ile birleşip Hazar'a dökülür. 
Sabah yola çıktığımdan beri  muhteşem manzaralar karşısında çok fazla durdum. Vakit epeyce ilerlemiş öğleden sonra olmuştu. Artık cok fazla oyalanmamam lazımdı. Ardahan da durmadım ve rotamı Gürcistan sınırındaki Aktaş Gölüne çevirdim. Yollar geniş ve düzgündü. Sınır kapısı olduğu için yolda belirgin bir tır trafiği vardı. Çıldır'ı geçtikten sonra kısa bir sürüşten sonra Aktaş Gölüne ulaştım. Bu göl Ülkemizin en doğudaki gölüdür ve aynı zamanda Türkiye-Gürcistan sınırını oluşturmaktadır. Gölün bir kısmı Türkiye sınırında kalırken diğer kısmı Gürcistan sınırlarında kalmaktadır. Geçen yıl Edirne de en batıdaki gölümüz olan Gala gölünü görmüştüm. Bu yıl en doğudaki Aktaş'ı görmek gurur vericiydi. Gölden öte sınırdaki dağ silsileleri etkileyiciydi. Manzarayı izleyip fotoğraf çektim ve oradan ayrıldım.
Aktaş'tan sonra Çıldır gölüne doğru devam ettim. Yolumun önemli bir kısmı Çıldır gölü kenarından geçiyordu. Göle ulaştığımda şaşkına döndüm. beklediğimden cok daha büyüktü ve etrafında ki yeşil otlaklar arasında masmavi suları ile büyüleyici görünüyordu. Lavların oluşturduğu set nedeniyle suların birikerek oluşturduğu Çıldır gölü tatlı su gölüdür ve Doğu Anadolu'nun en büyük tatlı su gölüdür. Van gölünden sonra Bölgenin en büyük 2.gölüdür. 

Çıldır gölü gölü turunu tamamladıktan sonra Kars'a doğru yola devam ettim. Bu gün göreceğim noktaları tamamlamış ve yorulmuştum. Kars Selim'de kuzenlerim yaşıyor. Akşam üstü altı gibi Selim'e ulaştım. Kuzenim Adem beni karşıladı ve misafir etti. En son 2015 te ziyaret etmiştim. Oturup geç saatlere kadar sohbet ettik. 

5.GÜN
Sabah altıda uyandım. Pencereden dışarıya baktığımda güneş yükselmişti. Sokağa açılan bahçe kapılarından üçer beşer sığır sürüye katılıyordu. Sürüyü toparlamaya çalışan çocuğun acelesi vardı ve oyalanan hayvanlara sinirleniyordu. Bir süre hayvan geçişini izledim ve ardından sessizce hazırlandım. Kimseyi sabahın erken saatinde rahatsız etme niyetim yoktu. Kuzenim Adem, beni uğurlamak için uyandı. Onunla vedalaşıp yola düştüm. Kendisine ve eşine beni ağırladıkları için teşekkür ediyorum
Selim'den Kars'a ulaştıktan sonra yönümü Iğdır'a çevirdim. Hava üşütecek kadar serin ve  rüzgarlıydı. Kars'tan sonra Diogor'a  kadar etraf yemyeşildi. Ama bazen bir anda sararmış bir bölgeden geçiyordum. Ötelerde keskin dağ çıkıntıları ihtişamlı duruyordu. Yollar güzeldi. Hava biraz puslu olsa  da muhteşem manzaralar vardı. Neredeyse Tuzluca'ya kadar pek durmadım. Durup durmamam zamanla ilgili değildi. İçimden hareket etme isteği daha fazlaydı. 
Tuzluca'ya doğur yaklaştıkça dağlar karşımda daha heybetli görünüyordu. Arazi daha engebeli renkler daha karmaşıktı. Tuzluca, çöküntü bir koridor içinde yeşil görüntüsü ile öne çıkıyordu. Bitki örtüsü ile bir çevresine göre farklı bir mikro klima bölgesi olduğu anlaşılıyordu. Yeşil ovanın bittiği noktada Güney Aras dağları yükseliyordu. Manzara karşısında heyecanlanmamak mümkün değil.
Yolun devamında kırmızı renklerin hakim olduğu tepeler gördüm. Bu tepeler farklı renk katmanlarından oluştuğu için gökkuşağı tepeleri olarak ta bilinmektedir. Geçmiş jeolojik çağlarda su ortamında biriken farklı tortulların zamanla yükselmesi ve erozyona uğraması sonucu oluşmaktadır. Tepeleri izlerken Iğdır tabelasını gördüm ve yanında durup fotoğraf çektim. Iğdır'a giriş Aras nehri üzerindeki köprü üzerinden oldu. Burada nehri izledim. Büyüklerimin Aras nehrini konu alan hikayelerini anımsadım.(Kürtçe de Erez diye söylenir) Bu nehir Sularını Erzurum civarlarından alır. Ermenistan, Azerbaycan ve İran sınırlarının bir kısmından geçer ve Kura Nehri ile birleşip Hazar'a dökülür. 
Iğdır benim ailemin kökenlerinin olduğu yer. Çok uzun zaman önce bilindik nedenler ile batıya göç etmişler. Bu memleketi hep onların hikayelerinde dinledim. Şimdi içinden geçiyordum. Amacım şehir gezmek olmadığı için durmadan içinden geçip gittim. Şehrin içinden geçen ana yoldan görünen tek dikkatimi çeken şey ileride görünen ağrı dağı zirvesiydi. Doğrusu bu şehirde bir kaç gün kalsaydım bir çok güzelliğe tanık olacağıma emindim. Aslında, dinlediğim hikayelerde söz konusu köyleri, yayları, dağları görmek isterdim. 
Doğubayazıt'a doğru yaklaştıkça Ağrı dağı bütün ihtişamıyla karşımda yükseliyordu. Karlı tepesi bir bulut kümesi ile kaplanmıştı. Yıllardır derslerimde öğrencilerim ile paylaştığım bu dağ kütlesi ile karşılaşmak tanıdık bir yüz ile karşılaşmak gibiydi. Denizden 5137 metre yüksekte bu dağ kütlesi şimdi bulunduğum yerden yaklaşık 3600 m bir çıkıntı halinde duruyor. Yaklaştıkça heyecan duydum ve defalarca selam verdim. İyice yaklaştığım bir noktada durup izledim. Fotoğraf çektim. Bir gün mutlaka gelip bu dağı daha yakından keşfetmek ve tırmanmak istiyorum. Bu yolculuğumu Ağrı dağına atfediyorum. Bu güzel coğrafyadan geçmemin nedeni Ağrı dağıdır.

Doğubayazıt'a ulaştığımda henüz öğle olmamıştı. Durduğumda  hava rahatsız edecek karar sıcaktı. Bu günlerde ülkenin kıyı kesimleri bunaltıcı bir sıcakla boğuşuyordu benim bunu şikayet etmem pek doğru sayılmazdı. İshak Paşa sarayını görmek planlarım arasında yoktu ama çok yakınından geçiyordum ve biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Şehrin içinde tadilat nedeniyle bozulmuş bir dizi yol geçtikten ve bir tepeyi tırmandıktan sonra İshak paşa sarayına ulaştım. İçine bir bakıverdim ama hiç dolaşmak istemedim. Yapının dışında biraz yukarıda bir noktaya çıktım. İshak Paşa sarayından aşağı doğru uzanan düzlük üzerinde Şehir daha ileride sivri bir kaya çıkıntısı gibi görünen Kalus dağı(Yalıntaş) ve ötede Zor dağları yükseliyordu.
Biraz fotoğraf çektikten sonra orada bulunan kafede çay içtim. Manzara eşliğinde güzeldi. Hemen yanda yöresel ürün satan dükkanda 15-16 yaşlarında bir genç bana bir şeyler satmaya çalışıyordu. İşini o kadar güzel yapıyordu ki, turistik ürünlerden pek haz etmesem de bir kaç tane yöresel olduğuna kanaat getirdiğim ürün satın aldım. 
Tahminimden fazla mola verdim. Saate bakınca neredeyse iki saat oyalanmışım. Ağrı'ya doğru yola koyuldum. Iğdır'dan sonra kendini gösteren sarı bozkırlar Ağrıya yaklaştıkça daha da belirginleşmişti. Yollar çok iyi durumdaydı bende akıcı bir şekilde yol alıyordum. Bir ara önümde bir şeyin yükseldiği fark ettim ve ani bir refleks ile havada yakaladım. Uçan telefonum muş. Şaşkın bir şekilde kenara çekip durdum. Fark ettim ki; telefon tutucu kırılmış. Arada bir durur yola bakar devam ederim artık. 
Taşlıçay'a geldiğimde durdum. İlçenin girişinde hemen yolun sağında bir mezarlık var. Dedemin mezarı burada. Mezarını ziyaret etim. Üzerinde ölüm tarihi 1977 yazıyordu. Ölümünden 46 yıl sonra ilk defa onu yaşadığı ve öldüğü topraklara geldim. Hakkında çok hikaye duydum. Mezarına gelmek garip bir duyguydu.

Taşlıçay'dan sonra Ağrı'ya doğru devam ettim. Ağrıyı geçip Eleşkirt'e kadar devam ettim. Yolda bir anda acıktığımı hissettim. Sabah erken saatlerde yakıt alırken çay ve kek ile basit bir kahvaltı yapmıştım. Şimdi öğleden sonraydı ve birden acıktığımı anımsamıştım. Sanırım dağ manzaraları azalınca kendimi hatırladım. Eleşkirt'te yemek molası verdim. Bir saat kadar dinlendim. 
Moladan sonra Horasan'a doğru ilk kilometrelerde sağ tarafta  Köse Dağ'ın yükselen siluetini  görüp durdum. 
Horasan doğru yol önce vadilerden sonra geniş ovaların     içerisinde devam etti. Manzaralar mükemmeldi. Gök yüzü parçalı bulutluydu, güneş hafitten eğilmişti, Sarı tarlalar üzerinde ki gölgeler manzaralara renk katıyordu. Horasan'dan sonra rüzgar şiddetini artırmıştı. Etrafı açık yüksek arazilerde, özellikle öğleden sonraları hep rüzgarlı olur. Pek şaştığını görmedim. Erzurum çıkışına kadar fazla oyalanmadım. Yakıt almak için durduğumda rüzgar sarsıntısından bir miktar denge kaybı hissettim. Yarım saat kadar dinlendiğimde kendimi toparladım.
Erzurum' dan Bingöl'e doğru yola çıktığım da akşam üzeriydi. İnişler ve çıkışlar şeklinde yolum ilerliyordu. Bu saatlerde eğik güneş ışınları dağ yamaçlarını parlatıyordu. gölgede kalan yerler ile birlikte manzaralar etkileyiciydi. Bu yolu daha önce defalarca geçmiştim. Bu seferki geçişim bana anıları hatırlatıyor du. Sağ tarafımda Şeytan dağları, sol tarafımda Bingöl dağları ve Şerafettin dağları uzanıyordu. Yer yer durup fotoğraf çektim. Çirişli geçidini aşıp Karlıova'ya ulaştığımda güneş dağların ardında kaybolmak üzereydi.
Üç yıl Karlıova'da yaşadım. 2012 yılında ilk geldiğim yıl daha önce hiç alışık olmadığım uzun bir kış mevsimi geçirmiştim. Aylarca gördüğüm beyaz kar örtüsü yalın bir ortam oluşturmuş ve etrafta dikkat dağıtıcı az şey kalmıştı. Bu küçük ilçede kısıtlamış gibi hissederken  düşünmeye bolca vakit bulmuştum. Monotonluktan kurtulmak, rutinimin dışına çıkmak için bir şeyler yapmalıydım. Öteden beri motosiklet ile yolculuk fikirlerim vardı ama harekete geçmek için yeterince bunalmış olmam gerekiyormuş. 
Mart 2013 te karlar henüz erimeye başlamışken bir motosiklet satın aldım ve çevreyi keşfetmeye başladım. İlk uzun yolculuklarıma Karlıova dan başladım. O günlerde bilgim ve tecrübem azdı ama heyecanım büyüktü. Keşfetmek, maceraya atılmak ve hikaye biriktirmek fikri ile başlamıştım. İşte bu gün başladığım yerden geçiyordum. Bazen yorulduğumuz, aklımızın karıştığı ve yolumuzu kaybettiğimiz zamanlar oluyor. İşte o zaman başladığımız yere dönüp tekrardan yol almak gerekiyor. Kim bilir belki ulaşmaya çalıştığımız yer, ilk başladığımız yerdir. 
İşte bu düşünceler ile Karlıova'nın içinden geçtim. İşte çay içtiğimiz ocak, işte şu eski iş hanı, işte çalıştığım okul, işte oturduğum konutlar diyerek geçtim. Belki erken gelseydim bir süre durup vakit geçirirdim ama yolda olmalıydım.
Karlıova Bingöl arası yol eskiye göre önemli ölçüde yenilenmiş olarak gördüm.  Bir kaç noktada güzergahı bile değişmişti. Yaklaşık 40 km bir sürüşten sonra Soğuk Çeşme tesislerine geldim. Burası ile ilgili en iyi hatırladığım güzel suyu ve lezzetli kavurması. Bu bölgelerde gezerken sabah geçiyorsam kahvaltı için dururdum. Dönüş yolunda ise mutlaka uğrar yemek yerdim. Burası benim için keyifli mekandı. Çıkış molasında heyecan, dönüş molasında bir yolculuğu tamamlamanın mutluluğu olurdu. Pekte aç olmama rağmen gene uğradım ve yemek yedim. Yıllar içinde lezzet aynıydı. Sanırım öyleydi.
Soğuk Çeşme'den sonra yola çıktığımda artık güneş batmış karanlık çökmüştü. 30 km kadar sürüş yapıp Bingöl'e ulaştım.
Gece kalacak yer henüz ayarlamamıştım. Öğretmen evini aramış ama ulaşamamıştım. Bizzat gider bakarım diye başla yer bakmadım. Hem gece dışarda kalacak halim yok ya. Hadi kaldım diyelim kamp malzemem vardı. Öğretmen evine ulaştığımda tadilat nedeniyle kapatıldığını öğrendim. Zahmet edip sitlerinde duyurmamışlar. Sokağın kenarında oturup bir iki araştırma ile çok yakınımda bir otel ayarladım. Motosikleti resepsiyondan görülecek şekilde otelin önüne park ettim. 
Bu gün bol rüzgarlı, dağ rotalı 678 km yol yapmıştım. Haliyle yorulmuştum. Duş aldım, ertesi gün için bir kaç hazırlık yaptım. Biraz camdan caddeyi izledim. Bir düğün konvoyu dışında sakindi.

6.GÜN
Erken uyandım ama acele etmedim. ağır ağır toparlandım. Motosiklete bagajı itina ile bağladım. Resepsiyondaki görevli; kahvaltı hazır, isterseniz kahvaltı yapıp yola çıkın dedi. Kaldığım otellerde erken ayrıldığım için kahvaltı yapmaya pek alışık değilim. Bu sefer neden olmasın dedim. Yarım saat kadar kahvaltı ile meşgul oldum. Yola çıkıp şehir merkezini geride bıraktım ve yakıt almak için bir petrol istasyonuna girdim. bir anda tabela dikkatimi çekti. Yakıt fiyatı bir önceki güne göre 10 TL yakın değişmişti. Eskiden yola çıktığımda yakıt maliyeti en son baktığım parametreydi. Artık öyle değil, hiç bir şey olması gerektiği değil.

Moladan sonra Bingöl'ü geride bırakıp Elazığ yoluna devam ettim. Serin ve berrak bir hava vardı. Kendimi bir anda bozkırın içinde buluverdim. Sarı ve açık kahve tonların hakim olduğu bu çorak coğrafya benim için çok tanıdık. Son bir kaç yıldır İç Anadolu ve Trakya seyahatleri yapmıştım. Benzer manzaraları görmüştüm. Bazı insanlar için bozkır monoton ve sıkıcı gelebilir. Ben bozkırı çok büyülü buluyorum. Büyük bir boşluk ve sadelik buluyorum. Hayatımızda çok fazla beton, tabela, ışık, sokak, kalabalık ve ses var. Ufkunuz  beton kütlesi ile kesilir her yerde. Bozkırda uyumlu renk bütünlüğü vardır. Ufuk açık ve geniştir. 
Elazığ Kovancılar' a kadar fotoğraf çekmek dışında durmadım. Kovancılardan Tunceli yoluna döndüğümde Munzur ve Mercan dağlarına daha da yaklaştığımı fark ettim. Önce Peri Suyu nehrini daha daha sonda Munzur Çayı eşliğinde yola devam ettim. Peri Suyu ve Munzur çayları Keban Barajına dökülüp oradan da Fırat Nehrine katılıyorlar. Geçtiğim yerlerde, Peri suyu ve Munzur çayları Keban barajının su biriktirmesi nedeniyle yatakları oldukça geniş görünüyordu. Baraj etkisi olmasa Ülkemizde bu kadar geniş yataklı akarsu oluşması pek kolay değildir. Genelde dar vadilerde akarlar.
(Munzur Irmağından bir kesit)
Munzur ırmağını takip eden yol beni Tunceli'ye ulaştırdı. Tunceli, Munzur 'un kenarında düzenli ve temiz bir şehir görüntüsü veriyor. Şehrin girişin de Toplu konut blokları vardı. Anlaşılan şehir ırmak boyunca genişliyordu. Şehrin içinde ana caddeden ayrılınca eğimli dar sokaklar dikkat çekiyordu.
Şehir merkezinde fazla durmadım. Munzur vadisine doğru yola devam ettim. Güvenlik kontrol noktasını geçtikten sonra Munzur Vadisi Milli Parkına girmiş oldum. nehir boyunca uzanan yolu takip ettim. Yol virajlı ve keyifliydi. Vadi kanyon görünümündeydi. Munzur suyunun berrak turkuaz rengi beni hayretler içerisinde bıraktı. Daha önce bu kadar berrak bir nehir gördüğümü zannetmiyorum. Yaklaşık 15 km devam ettikten sonra yamaçlardan su çıkışı olan Halvori gözelerine ulaştım. Yol kenarındaki  toprak patikadan devam edip nehir kenarına geldim. Oturup ayaklarımı soğuk Munzur suyuna soktum. Çok rahatlatıcı bir andı. 
Munzur vadisi Ovacık'a kadar devam ediyor. Daha fazla devam etmeyip geri döndüm. Gün içinde Kemaliye' ye doğru uzunca bir yolum var. Karanlığa kalmadan rotayı tamamlamam gerekiyordu. Tunceli'de motosikletin yakıtını tamamladım. Hem motosikleti dinlendirdim hem kendim dinlendim. Bir kaç kişiye Çemişgezek-Kemaliye yolunu sordum. Pek bilmediklerini söylediler. Navigasyondan kilometre-süre eşleştirmesi yaptığımda yolun biraz fazla zaman aldığını gördüm. Yolun taşlı topraklı olabileceğini düşündüm. 
Tunceli'den Pertek' e kadar hiç durmadım.  Yolun ilerleyen  kısımlarında çokça yavaşlayacağımı düşünerek fazla oyalanmak istemedim. Pertek'te Fırat nehri ve karşıda görülen kale manzarası hoşuma gitti. "Hele bir dur be nereye gidiyorsun acele acele " diyerek durdum. Burası aynı zamanda Elazığ'a feribot ile geçilen bir yer. 
Tırmanış şeklinde yolum devam ediyordu. Yolda herhangi bir sorun yoktu. Çemişgezek'e kadar akıcı bir şekilde yol aldım. Yükselti sürekli artıyordu. Öğleden sonra saat üçte Çemişgezek'e ulaştım. Yol kenarında bir gölge bulunca dinleneyim dedim. Yaklaşık 1000 m rakıma sahip Çemişgezek Tunceli'nin içlerinden biri. Haliyle küçük nüfuslu bir dağ yerleşimi. Parkta dinlenirken bir yandan da kamera ve fotoğraf makinamı kontrol ediyordum. Bu durum orada bulunun bir genç kızın dikkatini çekmiş olmalı ki, yanıma yaklaşıp basın mensubu olup olmadığımı sordu. Özgüvenli ve kendinden emin konuşuyordu. Liseden yeni mezun olmuş ve üniversite sınavlarına hazırlanıyormuş. Mesleğim gereği kendisine bir kaç tavsiyede bulundum. Böyle kararlı ve heyecanlı gençler görmek umut vericiydi. Kendisine notlarımı yazdığım blog adresini verdim. Kendisine başarılar diledim. 
(Çemişgezek/Tunceli)
Çemişgezek'ten sonra daha da tenha bir rotada ilerledim. Bir tarafta Munzur ve Mercan Dağları bir tarafta Fırat vadisi muhteşem görünüyordu. Virajlı yolları tırmanıp nispeten düzlük bir araziye ulaştım. Plato görünümünde olan bu yerde yer yer biçilmiş tarlalar vardı. Yola dair endişelerim geçti. Bundan sonra yol olmasa bile önemli değil. Manzara izlemekten gözlerim ağrıdı desem yeridir.
Yol üzerinde Dedebeyli köyünde Ziyaret çeşmesi isimli bir yere geldim. bir kaç noktadan su çıkışı vardı ve bu su bir kaç havuza aktarılıyordu. Üzerinde mescit ve türbe benzeri bir iki yapı vardı. Detaylar ile ilgilenmedim ama suyu lezzetliydi. Yada ben çok keyifliydim ve her şey iyi geliyordur. 
Küçük moladan sonra keskin virajlar ile karşılaştım. Pertek'ten sonra uzaktan gördüğüm Fırat vadisine Virajlı bir yoldan iniyordum. Yamaç boyunca inip bir köprüye ulaştım. Köprünün altında Fırat'a bağlanan bir dere akıyordu. Burası güzel kamp yeri olabilir diye notlarım arasına aldım. Umarım gene yolum düşer.
Vadi boyunca tekrar tırmanışa geçtim. Rakım yükseliyordu. Yükseğe çıktıkça görebildiğim alan genişliyor ve manzaralar güzelleşiyordu. Yüksek geçişte yol kenarında su içmek için durduğum çeşme dikkatimi çekti. Üzerinde Prof. Dr. Faruk DURBİN hayratı yazıyordu. Bir akademisyen yada bilim adamına  adanmış çeşme ile karşılaşmamıştım. Kendisi Ortopedi alanında dünyaca tanınan bir isimmiş. Fakat neden buradaki çeşmeye ismi verilmiş öğrenemedim. Belki de buralarda doğmuştur. 
Bulunduğum yüksek noktadan sonra tekrardan vadiye doğru inişe geçtim. Daha önce bu kadar dar ve keskin virajlı yol hatırlamıyorum. Baş döndürücüydü. Daha önce dünyanın faklı yerlerinde fotoğraflarda gördüğüm büklümlü dağ yollarının bir benzerinden geçiyordum. Bu heyecanlı sürüş beni vadiye kadar indirdi ve karşıma bir köprü çıktı. Vali Recep Yazıcıoğlu köprüsü. Doksanlı yıllarda yapılmış ve hikayesi olan bu köprü film ve dizilere konu olmuştu. Rahmetli valiyi anıp köprüden geçtim.
Kemaliye doğru virajlar devam ediyordu ama yol daha iyi durumdaydı. Yolun sonuna doğru daha agresif kullanmaya başladım. Geçtiğim yola nazaran bu yol çok kolay görünüyordu. Bir yandan da; Ya genelde ne oluyorsa sonlarda oluyor. Şimdi bir yerde motosikleti kaydırıp yapışırsan yere görürsün halini. Başına iş getirme diyerek kendimi dizginlemeye çalışıyordum. Kah yavaşlayıp kah hızlanarak sonunda Kemaliye'ye ulaştım. Dar bir vadide, Fırat nehri kenarında kurulmuş bu şehirde, ilk dikkatimi çeken merkezdeki ahşap yapılar oldu. bu bölgede ahşap mimari pek beklemiyordum. Vaktim kısa olduğu için merkezde durmadım Kemaliye çıkışına doğru Taş Yoluna kadar durmadan devam ettim. Fırat nehri yamacında oyularak yapılmış tünelin girişinde durdum. Bir görevi tamamlamış ve nihayete ulaşmış insan rahatlığı vardı üzerimde. Bir kaç fotoğraf çekip Karanlık Kanyon'a doğru biraz ilerledim. Hem zamanım kısıtlı hem de ileride yolun kesildiğini bildiğim için daha fazla devam etmeyip döndüm. 
Kemaliye coğrafi olarak ilginç bir noktada. Erzincan'a oldukça ters bir konumda. Aynı şekilde Elazığ, Malatya ve Sivas'a da ters bir noktada ve ulaşım anlamında hiç birine çok yakın yada avantajlı konumda değil. Kemaliye den Erzincan İliç yoluna doğru devam ettiğimde çok iyi farkına vardım. İliç'e kadar durmadan devam ettim. Yol geniş ve düzgündü bende hızımı epeyce arttırmıştım. Etkili rüzgar beni hafiften hırpalıyordu. Üşümeye başlayınca durup montun altına bir kat giyindim. Bu saate kadar henüz konaklayacak yer ayarlamamıştım. Bir iki aramamadan sonra Reşadiye de bir öğretmen evinde rezervasyon yaptım. Yol gayet güzel kısa bir karanlıkta sürüş yaparım en fazla dedim.
Yola devam ettiğimde güneşte yavaş yavaş batıyordu. Yolun sağında güneş ışınlarının etkisi ile sarı rengin hakim olduğu dağ yamaçları parlıyordu. Altın saatler dedikleri tamda bu andı. Durup bir kaç yerde fotoğraf çektim. Sinematik bir ortamda büyülü bir yolculuktu benimkisi. Gözlerimi kapattığımda hep anımsayacağım.
Güneş batınca gerçeğe döndüm. Karanlık çöküyordu ama ben henüz Refahiye ye ulaşamamıştım. Dahası Reşadiye ye ulaşmam gerekiyordu. Ova dan daha dağlık(Dumanlıdağ)bir bir yerden geçiyordum. Refahiye ye yaklaştıkça yolun bu denli bozulmasını beklemiyordum. Üstelik bir kaç noktada yol çalışması vardı. Bu yolda epeyce vakit kaybettim ve Karanlık çöktükten sonra Refahiye ye ulaşabildim. Anayola çıkıp ilk petrol istasyonunda mola verdim. Bu gün yolda bir iki atıştırmalık dışında yemek yememiştim. Akşamda durum değişmedi kek ve meyve suyu ile yetindim. Bir yere oturup yemek yemeyi nedense hiç canım istemedi.
Normalde gece yolculuğunu hiç tercih etmem  hiçte alışık değilim ama bu gün nedense bu kuralımı esnettim. Yola çıkımca neye uğradığımı şaşırdım. Doğru düzgün önümü göremiyordum. Farın aydınlattığı bölge dışında her yer çok karanlıktı. Üstelik karşıdan gelen araçların ışıkları beni rahatsız ediyordu. Beyaz ışığa karşı zaten hassasiyetim var. Hızımı epeyce düşürdüm ama bu seferde arkamdan hızla gelen araçlardan ürktüm. İzmit-Gebze arası bir çok kez gece sürmüştüm ama o yollar gerçekten aydınlıktı. Bir ara gök yüzüne baktığımda yıldızları net bir şekilde görüyordum ki bu duruma pek alışık değilim. Ayrıca iyi giyinmeme rağmen epeyce üşümeye başladım. Acaba ilk ilçede durup konaklayacak yer bakayım mı diye düşünürken gözlerim yavaş yavaş karanlığa alıştı. Önümde akıcı giden bir otobüsü referans alıp birazda yol çizgilerine dikkat ederek yola devam edebildim. Bir daha gece yolculuğunu tercih eder miyim? Asla!
Karanlık bir koridorda el feneri ile ilerlemek gibiydi. Motosikletin farı gerçekten iyi aydınlatıyordu  ama belli bir alandan ötesini görememek çok kötüydü. Gece saat on bir de sağ salim Reşadiye ye ulaştım. Bu gün muhteşem bir rotada 600 kilometreden fazla yol yapmıştım. Dağlar, nehirler, vadiler,  platolar ve ovalar geçtim. Yorgun ama keyifliydim. Konaklayacağım yere ulaşınca fazla oyalanmadım. Aç olmama rağmen yemek ile uğraşmaya halim yoktu. Bu günün macerası bana yeterdi. Duş alıp uyudum.
7.GÜN
Son gün erken uyansam da biraz ağır hareket ettim. Toparlanıp öğretmen evinden çıktım. Dün uzun bir sürüş yapmıştım. motosikletimin bazı somunlarını kontrol ettim. Zinciri yağladım. Bagajı yükleyip yola hazır hale geldiğimde saat 07:30 olmuştu. Aslında sabah altıda yola çıkarım diye düşünmüştüm ama yorgunluktan toparlanmakta güçlük çektim.
Gün içinde sıcaklığın çok yükseleceğini bildiğim için sabahın serin havasından faydalanmak istedim ve fazla mola vermeden devam ettim. Epeyce yol aldıktan sonra kahvaltı yapabileceğim bir yer gözüme çarpınca durdum. Kahvaltı için mekanda pek seçenek yoktu ama Bu seçeneksizlik güzel bir menemen yememe neden oldu. Normalde pek tercihim değildir. Belki de dünden beri doğru düzgün yemek yemediğim için bana lezzetli gelmiş olabilir.
İkinci molada yakıt almak için durdum. İstasyonda plakama bakan çalışanlar yolculuğumun nereden nereye olduğunu sordular. Beni çay içmeye davet ettiler. Kısa bir malumat verdim. Sadece burada değil yolculuk boyunca konuştuğum insanlar yolcukta olduğumu duyunca bir yerlere gitmenin özlemini dile getiriyorlardı. Çok öteden atalarımız hareket halinde yaşıyordu ve bir hala o genleri taşıyoruz. Hareket etmeyen insanlar bile bunu içlerinde taşıyor. 
Öğle saatlerinden itibaren sıcaklık etkisini iyiden iye hissettirdi ben molaları sıklaştırmaya başladım. Özellikle yanında ağaç gölgesi olan tesis yada petrol istasyonlarını tercih ediyordum. Bir şeyler içerken tarla süren traktör izledim. Hani normalde izlemem ama vaktim vardı ve daha önemlisi o vakit bana aitti. 
Hızımı almış ilerlerken motosikletin göstergesinde on bin km ye yaklaştığımı gördüm. Kilometre 9999.9 olunca durup fotoğraf çektim. Çok daha fazla kilometreleri yollarda görmeyi ümit ediyorum. Belki bir gün doksan dokuz bin dokuz doksan dokuz nokta dokuzu da görürüm. 
Gerede'ye yaklaştığımda bir tabela önünde durdum. Buradan 2014 te geçtiğimde durmuş bir fotoğraf çekmiştim. Durmanın sebebini hatırlamıyorum. Daha sonra 2016 aynı yerden geçmiş ve daha önce durduğum için durmuştum. Sanırım bir gelenek oldu ve tabelayı görünce gene durup fotoğraf çektim. 
Son uzun molamı Bolu da tünele girmeden önce verdim. Bir ağaca yaslanıp yolculumu düşündüm. Şu ana kadar sıkı bir rota tamamlamıştım. Benim için heyecanlı ve maceralı bir yolculuk olmuştu. Yolcuktan önce hevesimi yitiriyor muyum diye şüphelerim vardı. Ama şimdi kendimi kararlı ve dinç görüyordum. Hala gideceğin cok yol var dedim kendime. 
Türkiye'nin ana rotalarını geçmek niyetiyle  başladığım yolcukların birini tamamlıyordum. geçtiğim yerlere ait notlar aldım. Mutlaka dönüp daha fazla zaman ayıracağım yerleri tespit ettim. 
Bolu'dan sonra haliyle yoğunlaşan trafik içerisinde ilerledim. Sakarya'ya ulaştığımda güneş battı ve geri kalan yolu karanlıkta devam ettim ama bu karanlık bir önceki akşam Refahiye de olduğu gibi değildi tabi. 
Gece saat on gibi eve ulaştım. Güzel bir macerayı sağ salim tamamlamıştım. Yorgun ama kesinlikle mutluydum.

YOLCULUK VE MOTOSİKLET ÜZERİNE TEKNİK DEĞERLENDİRMLER

7 günde toplam 3800 kilometre yol yaptım. Günlük ortalama 540 km ile şimdiye kadar yaptığım en uzun yol ve ayını zamanda günlük en fazla km ortalaması oldu.
 Son gün 770 km ile en çok sürüş yaptığım gün oldu.
Motosikletim 100 km de ortalama 3.1 litre yakıt tüketti. Performanslı bir sürüşle yaptığım yolculuk için oldukça makul bir değer oldu.
Bu yolculukta motosikletim Cfmoto 250NK modeli idi. İlk defa 250 cc  bir motosikletle uzun yol yaptım. Önceki kullandığım daha küçük cc motosiklet ve scooterlere göre özellikle güç ve tork farkı yolda bana bir çok açıdan kolaylık sağladı.
 Yola çıkmadan önce dönüşte 250NK yı satarım diye düşünüyordum. Yolda oturuş pozisyonu naked özellikleri ile beni çok yoracağını düşünüyordum. Yolculuk boyunca tüm yol şartlarında zorlanmadan kullandım. Bir commuter gibi kullanabildim. Gerek sorunsuzluğu gerekse sürüş hissiyatı ile beni memnun etti. Son yıllarda hemen hemen tüm yolculuklarımda motosikletlerim ile ilgili bir sorun yaşamıştım. Uzun süredir ilk defa teknik sorun yaşamadan yolu bitirdim. Bu memnuiyet ile 250NK ile devam etme kararı aldım.
Uzun süredir tek bir sosis çanta ile yolculuk yapıyorum. derli toplu ve cok ağır değil. Eşya konusunda sade ve hafifliğe önem veriyorum. Buradaki tek sorun gün içinde ki kullanım pratikliği. Önümüzdeki yolcuklar için yan çanta seçeneklerini düşünebilirim.
Rota üzerinde Artvin-Ardahan arası, Ağrı ve Iğdır çevresi, Tunceli-Erzincan çevreleri cok daha detaylı keşfetmeye değer buluyorum. Her bir alana daha fazla zaman ayırıp özellikle nerde yoruldun orada kamp kur şeklinde geziler yapmayı hedeflerim arasına koydum. 































 



















 







3 yorum:

Adsız dedi ki...

Adem hocam, keyifle okudum yazınızı. Çok da heyecanlandım. Gerek yol notlarınız, gerekse fotoğraflar çok kıymetli. Teşekkürler.

Motosiklet Gezileri dedi ki...

Çok teşekkür ederim. 🙏🙏

Adsız dedi ki...

Okudum ve çok etkilendim cnm benim nice on yıllara hep birlikte inşallah daha güzel anılar biriktirmek ümidi ile.🙏🧿❣️🌷🙏🧿

İNÖNÜ YAYLASI GEZİSİ (13.04.2024)

13 Nisan Cumartesi günü scooter ile İnönü yaylasına çıkmak  için önceden plan yapmıştım. Ömer de bana eşlik edecekti ama son anda işi çıktığ...