Bilgisayarın başına oturup bir süre duraksadım, nasıl başlayacağım diye
biraz kıvrandım. Bu gezi için sürekli; "bu hiç hesapta yoktu"
cümlesi zihnimde dönüp duruyor. Doğrusu bu yıl için Trakya taraflarına
gitmek hiç hesapta yoktu. Bütün plan tam tersi istikamete yanı doğuya
olacaktı. Başta yakıt olmak üzere geri kalan her şeyin aşırı
pahalanması bunun ile birlikte gelişen endişe ve huzursuzluk bir miktar
yılgınlık yapmış olabilir. Haziran ayında günlük ulaşımı nispeten daha
ekonomik ve pratik yapmak amacı ile Honda Dio almaştım. Bütün bu yorgunluk
içinde, Honda Dio 110 ile hangi rotayı sakince gezeyim dedim. Hesapta olmayan Trakya yolculuğu yorgun ruh halinden doğmuş
oldu.
Gezi için araştırma ve planlama ile pek uğraşmadım. Sadece Türkiye'nin
kuzeybatı ve batı sınırlarına olabildiğince yakın bir rotada yol almak
fikrim vardı. Bu seyahatte yanıma kamp malzemesi almadım. 10 litrelik bir
sırt çantası ve sele altı bagajı fazlası ile yeterli oldu. Avadanlık,
lastik tamir kiti, yağmurluk, çay demleyebilecek kadar
mutfak malzemesi, yağmurluk ve bir kaç kıyafet, işte yanıma aldığım
tüm malzemeler bunlardı.
Gezi rotası:
8 Ağustos sabahı 06:00 da uyandım. Yarım saat içinde marşı basıp yola çıktım.
Pek bir bagajım yoktu zaten. Sele altına bir kaç malzeme koyup kapattım. Ara
eşiğe sırt çantamı koydum ve bağlama gereği bile duymadım. Eşiği boş scooter
her zaman favorim olmuştur. 5 dakikada yola hazırdım.
Kendi rutinim olarak genellikle güneş doğmadan yola çıkardım. Bu yıl
rotanın nispeten kısa oluşu ve daha da önemlisi bir miktar heyecan
yorgunluğu geç yola çıkmamı etkilediğini düşünüyorum. Yolculuk başladığında
güneş doğmuş hatta bir miktar yükselmiş hava da mevsim gereği sıcaktı. Kuzey
Marmara otoyoluna girmeden önce petrol istasyonunda Ömer ile buluştum. Yola
birlikte çıkacağız. Scooterlerin yakıtlarını tamamladık. Saat yediyi biraz
geçtiğinde yola koyulduk.
Kuzey Marmara otoyolu genelde sakindir. Sabah saatlerinde
hepten sakindi. Uzayıp giden yolda arada bir kadranı kontrol ettiğimde
hızımın 90 km geçtiğini gördüm. Boş yolda fark etmemişim. Hızımı biraz
düşürüyorum. Bu küçük scooteri çok sıkıştırma, çok sıkıştırma diyerek
kendime komut veriyorum.
Kahvaltı için bir mola dışında otoyolda durmadık. Zaten durmayı
gerektirecek bir şeyde yok. Yavuz Selim köprüsü geçerek Avrupa kıtasına
geçiş yaptık. Bir süre yol aldıktan sonra otoyoldan ayrılıp ilk
durağımız olan Terkos(Durusu) gölüne yöneldik. Terkos'u deniz ile
ayrıldığı noktadan görebilmek için sahile indik. Burası Karaburun.Bizi
tanıdık dalgalı Karadeniz karşıladı. sahilde biraz
soluklanıyoruz.
Karaburun'dan ayrılıp Terkos ile deniz sınırını görmek için yola koyulduk
fakat orman içinden gecen yolun kapatıldığını öğrendik. Ormanlara giriş
çıkış yasağı gereği kapatılmıştı. Mecburi geri dönüp gölü
görebileceğimiz bir yer aradık. Yolumuzu biraz geri dönüp göl kenarına
ulaştık. Terkos gölü; Lagün diğer adıyla deniz kulağı sınıfından bir
göldür. Yani zaman içerisinde dalgaların getirdiği kumların, bir koyun
önünü kapatması ile oluşmuştur. Terkos tatlı su gölüdür ve
İstanbul için çok önemli su kaynağıdır. Umarım korunabilir.
Gölün kenarında mola verip çayımızı demleyip ve 1 saat kadar
dinleniyoruz.
Gölden ayrılıp anayola çıktık. Karadeniz kenarında yeşil tonların yoğun
olduğu manzaralar eşliğinde devam ediyoruz. Hoşumuza giden bir iki
yerde durup fotoğraf çektik. Hava parçalı bulutlu, gölgeler manzaraya
derinlik katıyordu.
Azalan yakıtlarımızı tamamlamamız gerekiyor. Yakıt istasyonu bulmak için
devam ediyoruz. Yaklaşık 30 km gittikten sonra istasyon bulduk. Oldukça
işlek yol üzerinde az yakıt istasyonu olması bizi şaşırttı.
Scooterlerimiz 5 litreden daha az yakıt alıyor ve ortalama 200km
menzil sunuyor. Tedbirli davranıp yanımıza bir miktar yedek benzin
alıyoruz.
Kısa moladan sonra ana yoldan ayrılıp köy yollarına girdik. Önce Ormanlı
köye ulaşıyoruz. Orman köyden sonra Çilingöz tabiat parkı sınırları
içerisinde buluyoruz kendimizi.
Yol çok iyi değildi ama böyle bir yerde
de çok iyi yol şartları beklemiyordum zaten.
Sıcak ve nem
etkisini epeyce hissettiriyordu.
Çilingöz plajını geçtikten sonra yol şartları bir anda değişti. Kendimizi
taşlı topraklı bir yolda bulduk. Scooterlerin en sevmediği yol türü
topraktan çok taşlı yada bozuk asfalt yoldur. Şase geometrisi,
süspansiyon açısı ve aralığı scooterleri bu yollarda dezavantajlı duruma
sokuyor. Başka bir sorun ise varyatör sisteminden kaynaklanıyor. Bozuk
toprak yollarda sürekli düşük devirde gitmek zorunda kalınıyor. Bu durumda
kavrama çok sağlıklı olmadığı için çok fazla ısınıyor. Bu durumda
debriyaj ve kayış ömrü kısa oluyor.
Yolda Ömer'in ara ara elini kolunu salladığını gördüm. Sürekli yola
sövüyordu sanırım. Benim için pek sorun yoktu. Keyif aldığımı
söyleyebilirim. Yolların en çekici taraflarından biri barındırdığı
bilinmezlik duygusudur. Beklenmedik zorluklar, heyecan ve belirsizlik adeta
zihninizi diriltir. Belki bir gün geçtiğimiz çoğu yolu unuturuz ama bizi
zorlayan yada beklenmedik manzaraları karşımıza çıkaran yollar asla
unutulmayacaktır.
Toprak yol tahmininden kısa sürdü. Kendimizi tekrar asfalt yolda bulduk ve
hızımızı artırarak Kıyıköy'e ulaşıyoruz. Sahile ulaştığımızda göze hoş
gelen kumsal karşıladı bizi. Ama önce karnımızı doyurmamız gerekiyordu.
Küçük bir balık restoranında yemek yedik. Yemekten sonra kumsalda yürüdük,
fotoğraf çektik. Tatlı esintiye tezat dalgalar güçlüydü. Kumlar
olabildiğince sakindi. Belki yapılması gereken güneş batana kadar oturup
izlemekti. Bizim gidecek daha yolumuz olduğundan biraz vakit geçirip
ayrılıyoruz Kıyıköy'den.
Kıyı köyden çıktıktan sonra orman içerisinde kıvrılan yoldan
ilerledik. Sonra uzun bir tırmanış başladı. Sol tarafımızda Istırancaların
yükselen siluetleri vardı.
Yolun yükselen kısmında önce rüzgar türbinleri ile karşılaştık. Burası
yolun en yüksek kısmıydı. İnişe geçtiğimizde önümüzde sonsuz bir düzlük gibi
uzan Ergene ovası göründü. Durup fotoğraf çekmemek olmazdı.
Yola devam ettiğimizde önce Vize sonra Pınarhisar'ı geçtik. İlk gün
İğneada'ya gitmek fazlasıyla yorucu olacağını düşündüğüm için önceden
Kırklareli de kalacak yer ayarlamıştım. Yolu gereksiz yere uzatmak gibi oldu
ama nedense planlamayı bu şekilde yaptım. Kırklareli'ne doğru giderken yolda
bol bol ayçiçeği tarlası ile karşılaştık. Günbatımına yakın tarlalar
arasında yolculuk büyüleyiciydi.
Kırklareli'ne vardığımızda daha hava kararmamıştı. Önceden yer ayırdığımız
öğretmen evine scooterleri ve eşyalarımızı bırakıp dışarı çıktık. Şehrin
caddelerinde öylesine yürüdük, sohbet ettik, bir kaç kare fotoğraf çektik.
Bir parkta oturup dinlendik. İlk intibah olarak Kırklareli hoşum gitti.
Karanlık çökünce bizde geri dönüyoruz. Öğretmen evine giden caddenin
girişinde ışıklı tabela dikkatimi çekti. Üzerinde "mutlu insanlar kenti"
yazıyordu. Bu şehrin insanları gerçekten mutlu muydu bilemiyorum. Ama
insan başını kaldırıp tabelaya bakınca bir mutluluk hissi verdiğini
söyleyebilirim. Doğrusu bu yazı caddeye çok yakıştığını düşünüyorum. Daha
önce de bir cami girişinde de büyük puntolar ile yazılmış bir söz
hatırlıyorum: "Huzur ve emniyet içinde giriniz" O zaman çok
yakıştırmıştım bu sözü. "Mutlu insanlar kenti" yazısı da bende bir hoşluk
hissi uyandırdı.
Ertesi sabah iyice dinlemiş olarak uyandık ve hızla hazırlanıp
motorların başına geldik. Gerekli hazırlıkları yapıp öğretmen evinden
ayrılıyoruz. Sabah saatlerinde tatbikî önceliğimiz çorbacı bulmak
oluyor. Karnımızı doyurduktan sonra yola çıkıyoruz.
Bir önceki gün geldiğimiz yolun bir kısmını geri dönüyoruz. Özellikle
Kırklareli ile Pınarhisar arası hem bozuk asfalt hem de bir
çok noktada yol çalışması olduğu için keyfimiz pek yerinde
değildi diyebilirim. Bir iki zaruri mola dışında pek
durmuyoruz. Pınarhisar'ı geçip İslamköy'e vardığımızda önümüzde
yemyeşil yükselen Istıranca dağlarını gördüğümde içimi sevinç
kapladı. Vakit kaybetmeden dağarlara doğru hareket ediyoruz.
Yol çok güzel, manzara bizi bizden alıyor. İçimden onca yorgunluğa, onca
yolu geri dönmeye değdi diyorum. Sürekli yükselen ve yükseldikçe
güzelleşen yolumuzda durup durup fotoğraf çekiyoruz.
Demirköy'e varmadan önce orman kenarında mola veriyoruz. Daha çok kayın
ve kestane ağaçlarından oluşan orman ve orman içine düşen güneş ışığı hoş
görüntüler oluşturuyor. Burada bir saat kadar çay molası
veriyoruz.
Ormanların arasında ilerleyerek önce Demirköy'e ve devamında İğneada'ya
ulaşıyoruz. Bu yola sonbaharda ekim-kasım gibi gelmeli, sonbaharda
sararan yapraklar ile birlikte masalsı manzaraların oluşacağını görür
gibiyim. Şimdilik not alıyorum aklımın bir kösesine, bir sonbaharda
tekrar bu yollarda olmayı.
İğneada şehir merkezinden doğruca sahile indik ve bizi uzunca bir kumsal
karşıladı. kumsal boyunca uzanan yolu takip edip bir yay çizerek Limanköy'
e varıyoruz. Bunun ile yetinmeyip daha uç noktadaki deniz fenerinde
buluyoruz kendimizi.
Deniz fenerinden sonra daha da batıya doğru Beğendik köyüne doğru
yola çıkıyoruz. Kısa bir sürüşten sonra Beğendik köyüne varıyoruz.
Burası Bulgaristan sınırında olan en uç köylerden biri başkada bir
özelliği yok ama sınırda olması ve bizimde seyahat sınırlarına ulaşmamız
açısından önemli. Köy tabelasını görünce çok mutlu oluyorum. Tam sınır
noktasına gitmek isterdim ama askeri bölge olduğu için giriş yasağı
vardı. Bizde tam Sınırın karşısındaki plaja scooterleri indirip
burada denizin tadını çıkarıyoruz. Deniz çok dalgalı olmasına
rağmen çok keyif alıyoruz burada yüzmekten.
Ülkenin en kuzeybatı ucuna ulaşmıştık. Sınıra ulaşmanın yanı sıra kendi
sınırlarımızı da test etmenin rahatlığı vardı üzerimizde. Denizin tadını
çıkarıp dinlendikten sonra dönüşe geçtik. gelirken kumsalın ortasına
kadar scoterleri indirmiştik. Dönüşte motorları elimize alıp bir
bisiklet hafifliğinde iterek rahatlıkla kumsaldan çıkarttık.
Hafiflik ve işlevsellik çok hoşuma gidiyor.
İğneada merkezde ayaküstü yiyecek bir şeyler atıştırdıktan sonra yola
koyuluyoruz. Demirköy'den Dupnisa Mağarasına gitme planımızı gözden
geçiriyoruz. Her ne kadar Demirköy de görünse de mağara köyden 30 km
uzakta. Stabilize köy yolları yer yer çok bozuk. Bizde, karanlığa
kalmadan Edirne' ye varmak istiyoruz. Bu nedenle mağaraya gitmekten
vazgeçiyoruz.
Öğleden sonra zamanımızın büyük kısmını Edirne'ye gitmek için yolda
geçiriyoruz. Kırklareli'nden sonra biraz anayoldan ayrılıp köy yollarını
kullanıyoruz. Yolda, rüzgârlı hava ile birlikte güneşi karşıdan alığımız
için yorgunluk kendini hissettiriyor. Geniş ovalar, Hasat edilmiş
buğday tarlaları, yer yer ayçiçeği tarlaları eşliğinde saat beş gibi
Edirne'ye varıyoruz.
Konaklayacağımız otele eşyalarımızı bırakıp doğrudan Selimiye camisini
görmeye gidiyoruz. Selimiye' ye vardığımızda tadilat nedeniyle içi
kısmının sadece bir kısmını görme şansımız oldu. Mimar Sinan'ın "ustalık
eserim" dediği Selime'ye ilk bakışta bize estetiğin ne
olduğunu hatırlatan detayları ile dikkatimizi çekiyor. Günümüzde
minimalizm, sadelik gibi kavramlar iyi hoşta keşke estetiği bu kadar
kaybetmeseydik. Selimiye etrafında biraz zaman geçirdikten sonra
epeyce acıktığımızı hatırlıyoruz. Edirne için sıkça duyduğumuz ciğeri
tatmak için önceden referans alığımız bir mekana gidip ciğer yiyoruz.
Doğrusunu söylemek gerekirse tadını pek sevmedim. Güneydoğu usulü
ile yapılan ciğeri daha cok tercih ederim.
Yemekten sonra Edirne sokaklarında scooterler ile rastgele dolanıp
geziniyoruz. Küçük ve hafif motor ile şehri keşfetmek oldukça
eğlenceli geliyor bize. Benim scooterin yolda fark ettiğimiz
şanzıman yağ kaçağı vardı. yağ kaçağının tam olarak nereden
kaynaklandığını anlamak için petrol istasyonunda scooteri iyice
yıkayıp temizliyoruz. Fakat biraz sürüşten sonra yağ kaçağının içteki
keçeden oluğunu anlamız uzun sürmüyor. Bu yazıyı yazarken Honda Dio
scooterim bu sorundan dolayı defalarca servise gidip tamir edilmesine
rağmen sorun henüz çözülmedi. Ne diyeyim Honda için büyük ayıp. Olacak şey
mi tamda ihtiyacım olan minik ve pratik scooteri bulmuşken.
Akşam cadde sokak turundan sonra otelimize dönüp dinlenmeye
geçiyoruz.
Ertesi gün Edirne'den erkenden yola çıkıyoruz. Rotamız üzerinde ilk
durağımız tarihi Uzun Köprü olarak belirliyoruz. Sabah saatlerinde
yollar sakin, hava oldukça güzel. Şehir merkezinden uzaklaşınca yol
boyunca uzanan tarla manzaraları ile yol alıyoruz.
Edirne-Uzunköprü arası çok fazla ayçiçeği tarlası görüyoruz. Sabah
saatlerinde manzara görülmeye değer.
Uzunköprü ilçesine ulaştığımızda soluğu tarihi köprü yanında alıyoruz.
Zaten buraya uğramamızın tek nedeni tarihi köprü. Köprü tadilatta olduğu
için girişi kapalıydı Sadece kenarında fotoğraf çekebildik. Ergene
nehri üzerindeki tarihi köprü Osmanlı döneminin önemli eserlerinden olup
hem uzunluğu hem de mühendisliği açısından dikkat çekicidir.
Uzunköprü den sonra İpsala'ya doğru yo alıyoruz. Tabelayı görünce
Sınıra iyice yaklaştığımızı anlıyor ve keyif alıyoruz. Yollarda sıcak,
rüzgar uğultusu, uzun sürüş haliyle yoruyor ve bazen huzursuz
hissediyorum. Böyle hedefe götüren bir tabela yada güzel bir manzara bir
anda imdada yetişiyor. Beni, huzursuzluğun içinden çekip
alıyor.
Sınır kapısına ulaştığımızda Yönümüzü güneye çevirip Enez' e doğru
sürüyoruz. Gala gölüne kadar yemyeşil çeltik tarlaları arasında
keyifle yol alıyoruz. Bu yolu da en beğendiğim yollar arasına
ekliyorum. Rüzgar ile birlikte dalgalanan yeşil bir deniz gibiydi
tarlalar. Gala gölüne ulaşınca kısa bir mola verip manzarayı izliyoruz.
Gala gölü; Meriç nehrinin taşıdığı sular ile oluşmuş. Hatta bazı
müdahaleler ile alanı zaman içinde büyütülmüş. Bir çok kuşa ev
sahipliği yapıyor.
Gala gölünden sonra Enez'e varıyoruz. İlçe merkezine girmeden önce kıyıya
yönelip Dalyan gölünün etrafındaki patika yollara giriyorum. Hem
Trakya'nın en güneybatı ucuna ulaşmaya çalışıyorum hem de Meriç
deltasınınım uç noktalarını görmek istiyorum.
Enez kalesine ulaştığımda karşıma yeni restore edilmiş cami ve
Kısmen yıkık kale duvarları karşıladı. Hemen karşımızda kıvrılan Meriç
nehri ve ötesinde Yunan toprakları. Hava sıcak ve boğucuydu ama gezinin uç
noktasına ulaşmanın huzuru vardı.
Kale içindeki tarihi Fatih Camisi güzel bir restorasyonla hoş bir
görünüme kavuşmuş. Aslında kale Bizans dönemi eserlerinden. İçindeki Enez
Ayasofya Kilisesi Fatih Sultan Mehmet döneminde camiye
çevrilmiş.
Enez de öğle yemeği yiyip fazlaca oyalanmadan yola koyuluyoruz. Akşam
Tekirdağ'a ulaşmak istiyoruz. Sürekli inip çıkan köy yollarını
ardımızda bıraka bıraka Önce Keşan'a oradan da anayolu takip edip
Gelibolu'ya doğru yöneliyoruz. Yolun bir bölümünde uzunca bir yokuş
çıktık. İnişe geçtiğimizde karşıda Saroz Körfezi ve ötesinde
Gelibolu sırtları uzanıyordu. Saroz Körfezi; Ülkemizde en fazla
deprem oluşturan Kuzey Marmara Fayının başlangıç noktasıdır.
Zaten körfezin kendisi de; Sıkışma sonucu bir plakanın çökmesi ile
oluşmuştur ki, sıkışma, kırılma ve çökme olayları faylarında oluşmasını
sağlamıştır. Durup fotoğraf çekiyoruz.
Körfezi sağımıza alıp Yeniköy'e yöneldik, inişli çıkışlı dağ yolunu
takip edip Şarköy' e ulaşıyoruz. Benzin istasyonunda yakıt alıp ayak
üstü bir şeyler atıştırıyoruz. Şarköy den çıktıktan sonra çok bozuk
soğuk asfalt bizi çok yoruyor. İçimden "inşallah o çok övülen Uçmak dere
yolu böyle değildir" diyorum. Gaziköy'den sonra aslında beklediğimiz o
meşhur yol bir anda karşımıza çıkıyor. Bütün yorgunluğu bir anda
unutuyorum.
Kıvrıla kıvrıla tırmanan bu güzel kıyı yolu çok hoşuma gidiyor.
Harika virajları ve bir çok noktada harika manzaralar bizi
büyülüyor. Günbatımına yakın bir saat olduğu için yamaçlarda yumuşak
ışık ile birlikte çok güzel manzaralar
ortaya çıkıyordu.
Uçmakdere virajları söylendiği kadar varmış. Bir tarafı deniz, bir tarafı
orman manzarasıyla kıvrılarak yükselen sonra aynı şekilde inişe geçilen bu
güzel yolu hoş ve heyecanlı bir hatıra olarak belleğimize
kazıyoruz.
Güneş battıktan sonra Tekirdağ'a varıyoruz. Ertesi gün İstanbul tarafında
şiddetli yağmur beklentisi olduğu için yağmurluk almaya karar veriyorum.
Aslında yanıma yağmurluk almıştım. Scooter üzerinde bıraktığım yağmurluğu
benden daha fazla ihtiyacı olan biri almış herhalde. Sanayi sitesinde açık
bir motosiklet bayisi bulup yeniden yağmurluk aldım. Hemen yakın yerdeki
esnaf lokantasında yemek yedik. Yemek ve hizmet beklentimin üstünde olması
beni şaşırtıyor. Akşam karanlığında konaklayacağımız pansiyona varıp
yerleşiyoruz. Tekirdağ'ın şehir görünümü, yemek yediğimiz
esnafın ve konakladığımız pansiyon sahibinin nezaketi ve tavırları benim
hoşuma gidiyor. Küçük detaylar ama bir şehir hakkında fikir veriyor.
Gece yağmur beklentisi vardı. Ertesi gün yağmur durumuna göre hareket
edeceğimiz şekilde planlama yapıp uyuyoruz.
Sabah uyandığımızda yağmur yağmamıştı. Hazırlanıp yola çıktık. Bu gün 11
Ağustos artık dönüş günümüz.
Tekirdağ'dan sonra Marmara Ereğlisi, Silivri Büyük Çekmece ve Küçük
Çekmeceyi geçtik. Yolda yakıt molası ve kahvaltı dışında durmuyoruz. Hava
bulutlu ve geçtiğimiz yerlerde yakın saatlerde yağmurun yağdığını
anlıyoruz. Anlaşılan yağmur bir adım önümüzde doğuya doğru
ilerliyor.
Küçük Çekmeceden sonra İstanbul'u bütün yoğunluğu ile hissediyoruz.
Avcılar'dan sonra sahil yolunu takip ediyoruz. Zeytinburnu tarafını daha
önce görmemiştim. İstanbul'un bu tarafı hoşuma gidiyor. Avrasya tünelinden
Anadolu'ya geçip Pendik'e kadar durmuyoruz.
Benim scooterin hem bakım zamanı geldi hem de şanzıman sızıntısı devam
ediyor. Pendik'te bulunan Honda servisine gidiyoruz. Motorlarımızın
periyodik bakımları yapıldı. Şanzıman sızıntısı ile ilgili garanti
süreci başlatıldı. Eve vardığımda saat öğleden sonra üç gibiydi. Tabi ki
üzerimde o keyifli yorgunluğu hissediyordum.
4 günlük Trakya gezisi böyle sona erdi. Bu yıl için daha önce hiç
planlamadığım bir rotada hiç aklımdan geçmeyen bir scooterla yol yapmış
oldum. Aslında her motosiklet maceralı bir yolculuğu hak eder. Bir
çeşit onurlandırma diyebilirim. Honda Dio; beklediğimden daha iyi bir
yol arkadaşı oldu. Onunda artık bir hikayesi var.
BAZI YOL NOTLARI
- Dört günde 1270km yol yaptık. Aynı gün içinde en fazla yolu
Edirne-Enez-Uçmakdere-Tekirdağ arasında yaklaşık 400km yol yaptık.
-Motorlarımız 100km de ortalama 2.0- 2.2 litre yakıt tüketti.
Ağustos ayında 20-21 TL arasında olan yakıt fiyatlarına göre
seyahat için daha ekonomik bir motorlu araç yok diye
düşünüyorum. Bir çok yerde motorların limitlerini epeyce zorladık. Daha
sakin kullanımda 100 km de 2 litrenin altına rahatlık
inilebilirdi.
-Bu gezide ilk defa fotoğraf makinası kullanmadım.
Yanıma aldım ama neredeyse hiç kullanmadım. Tüm çekimleri telefon ile
yaptım. Seyahat için ortalama üstü bir telefon yeterince iş
görüyor. Tabi ki fotoğraf makinası ile çok daha iyi fotoğraflar
çekilebilir. Fotoğraf için ışığı, saatleri takip etmek gereklidir. Doğrusu
öğle saatinde güneş tam tepedeyken makına ile uğraşmanın
esprisi kalmıyor.
- Bu yıl çok az eşya ile gezmek harikaydı. Sökme, takma ve bağlama ile
uğraşmadım. Sadece bir sırt çantası ile gezmek bana çok ferah geldi.
Bundan sonraki gezilerde bunu dikkate alacağım.
2 yorum:
Harika bir gezi olmuş. Uzun yıllar böyle güzel yolculuklar yapman ve bizimle paylaşman ümidiyle 🙏
Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Benimde beklentim bu yönde
Yorum Gönder