13 Kasım 2022

TRAKYA GEZİSİ (8-11 AĞUSTOS 2022)

Bilgisayarın başına oturup bir süre duraksadım, nasıl başlayacağım diye biraz kıvrandım. Bu gezi için sürekli;  "bu hiç hesapta yoktu" cümlesi zihnimde dönüp duruyor. Doğrusu bu yıl için Trakya taraflarına gitmek hiç hesapta yoktu. Bütün plan tam tersi istikamete yanı doğuya olacaktı.  Başta yakıt olmak üzere geri kalan her şeyin aşırı pahalanması bunun ile birlikte gelişen endişe ve huzursuzluk bir miktar yılgınlık yapmış olabilir. Haziran ayında günlük ulaşımı nispeten daha ekonomik ve pratik yapmak amacı ile Honda Dio almaştım. Bütün bu yorgunluk içinde, Honda Dio 110 ile hangi rotayı sakince gezeyim dedim. Hesapta olmayan Trakya yolculuğu yorgun ruh halinden doğmuş oldu. 

         Gezi için araştırma ve planlama ile pek uğraşmadım. Sadece Türkiye'nin kuzeybatı ve batı sınırlarına olabildiğince yakın bir rotada yol almak fikrim vardı. Bu seyahatte yanıma kamp malzemesi almadım. 10 litrelik bir sırt çantası ve sele altı bagajı fazlası ile yeterli oldu. Avadanlık, lastik tamir kiti, yağmurluk, çay demleyebilecek kadar mutfak malzemesi, yağmurluk ve bir kaç kıyafet, işte yanıma aldığım tüm malzemeler bunlardı.

Gezi rotası:


8 Ağustos sabahı 06:00 da uyandım. Yarım saat içinde marşı basıp yola çıktım. Pek bir bagajım yoktu zaten. Sele altına bir kaç malzeme koyup kapattım. Ara eşiğe sırt çantamı koydum ve bağlama gereği bile duymadım. Eşiği boş scooter her zaman favorim olmuştur. 5 dakikada yola hazırdım.

Kendi rutinim olarak genellikle güneş doğmadan yola çıkardım. Bu yıl rotanın nispeten kısa oluşu ve daha da önemlisi bir miktar heyecan yorgunluğu geç yola çıkmamı etkilediğini düşünüyorum. Yolculuk başladığında güneş doğmuş hatta bir miktar yükselmiş hava da mevsim gereği sıcaktı. Kuzey Marmara otoyoluna girmeden önce petrol istasyonunda Ömer ile buluştum. Yola birlikte çıkacağız. Scooterlerin yakıtlarını tamamladık. Saat yediyi biraz geçtiğinde yola koyulduk.

   Kuzey Marmara otoyolu genelde sakindir. Sabah saatlerinde hepten sakindi. Uzayıp giden yolda arada bir kadranı kontrol ettiğimde hızımın 90 km geçtiğini gördüm. Boş yolda fark etmemişim. Hızımı biraz düşürüyorum. Bu küçük scooteri çok sıkıştırma, çok sıkıştırma diyerek kendime komut veriyorum. 

Kahvaltı için bir mola dışında otoyolda durmadık. Zaten durmayı gerektirecek bir şeyde yok. Yavuz Selim köprüsü geçerek Avrupa kıtasına geçiş yaptık. Bir süre yol aldıktan sonra otoyoldan ayrılıp ilk durağımız olan Terkos(Durusu) gölüne yöneldik.  Terkos'u deniz ile ayrıldığı noktadan görebilmek için sahile indik. Burası Karaburun.Bizi tanıdık dalgalı Karadeniz karşıladı. sahilde biraz soluklanıyoruz. 

Karaburun'dan ayrılıp Terkos ile deniz sınırını görmek için yola koyulduk fakat orman içinden gecen yolun kapatıldığını öğrendik. Ormanlara giriş çıkış yasağı gereği kapatılmıştı.  Mecburi geri dönüp gölü görebileceğimiz bir yer aradık. Yolumuzu biraz geri dönüp göl kenarına ulaştık. Terkos gölü; Lagün diğer adıyla deniz kulağı sınıfından bir göldür. Yani zaman içerisinde dalgaların getirdiği kumların, bir koyun önünü kapatması ile oluşmuştur. Terkos tatlı su gölüdür ve İstanbul için çok önemli su kaynağıdır.  Umarım korunabilir. 
Gölün kenarında mola verip çayımızı demleyip ve 1 saat kadar dinleniyoruz.
Gölden ayrılıp anayola çıktık. Karadeniz kenarında yeşil tonların yoğun olduğu manzaralar eşliğinde devam ediyoruz. Hoşumuza giden bir iki yerde durup fotoğraf çektik. Hava parçalı bulutlu, gölgeler manzaraya derinlik katıyordu.

Azalan yakıtlarımızı tamamlamamız gerekiyor. Yakıt istasyonu bulmak için devam ediyoruz. Yaklaşık 30 km gittikten sonra istasyon bulduk. Oldukça işlek yol üzerinde az yakıt istasyonu olması bizi şaşırttı. Scooterlerimiz  5 litreden daha az yakıt alıyor ve ortalama 200km menzil sunuyor. Tedbirli davranıp yanımıza bir miktar yedek benzin alıyoruz. 
Kısa moladan sonra ana yoldan ayrılıp köy yollarına girdik. Önce Ormanlı köye ulaşıyoruz. Orman köyden sonra Çilingöz tabiat parkı sınırları içerisinde buluyoruz kendimizi. 
Yol çok iyi değildi ama böyle bir yerde de çok iyi yol şartları beklemiyordum zaten. 
Sıcak ve nem etkisini epeyce hissettiriyordu. 
Çilingöz plajını geçtikten sonra yol şartları bir anda değişti. Kendimizi taşlı topraklı bir yolda bulduk. Scooterlerin en sevmediği yol türü topraktan çok taşlı yada bozuk asfalt yoldur. Şase geometrisi, süspansiyon açısı ve aralığı scooterleri bu yollarda dezavantajlı duruma sokuyor. Başka bir sorun ise varyatör sisteminden kaynaklanıyor. Bozuk toprak yollarda sürekli düşük devirde gitmek zorunda kalınıyor. Bu durumda kavrama çok sağlıklı olmadığı için çok fazla ısınıyor. Bu durumda debriyaj ve kayış ömrü kısa oluyor. 
Yolda Ömer'in ara ara elini kolunu salladığını gördüm. Sürekli yola sövüyordu sanırım. Benim için pek sorun yoktu. Keyif aldığımı söyleyebilirim. Yolların en çekici taraflarından biri barındırdığı bilinmezlik duygusudur. Beklenmedik zorluklar, heyecan ve belirsizlik adeta zihninizi diriltir. Belki bir gün geçtiğimiz çoğu yolu unuturuz ama bizi zorlayan yada beklenmedik manzaraları karşımıza çıkaran yollar asla unutulmayacaktır.
Toprak yol tahmininden kısa sürdü. Kendimizi tekrar asfalt yolda bulduk ve hızımızı artırarak Kıyıköy'e  ulaşıyoruz. Sahile ulaştığımızda göze hoş gelen kumsal karşıladı bizi. Ama önce karnımızı doyurmamız gerekiyordu. Küçük bir balık restoranında yemek yedik. Yemekten sonra kumsalda yürüdük, fotoğraf çektik. Tatlı esintiye tezat dalgalar güçlüydü. Kumlar olabildiğince sakindi. Belki yapılması gereken güneş batana kadar oturup izlemekti. Bizim gidecek daha yolumuz olduğundan biraz vakit geçirip ayrılıyoruz Kıyıköy'den.

 Kıyı köyden çıktıktan sonra orman içerisinde kıvrılan yoldan ilerledik. Sonra uzun bir tırmanış başladı. Sol tarafımızda Istırancaların yükselen siluetleri vardı. 
Yolun yükselen kısmında önce rüzgar türbinleri ile karşılaştık. Burası yolun en yüksek kısmıydı. İnişe geçtiğimizde önümüzde sonsuz bir düzlük gibi uzan Ergene ovası göründü. Durup fotoğraf çekmemek olmazdı.
Yola devam ettiğimizde önce Vize sonra Pınarhisar'ı geçtik. İlk gün İğneada'ya  gitmek fazlasıyla yorucu olacağını düşündüğüm için önceden Kırklareli de kalacak yer ayarlamıştım. Yolu gereksiz yere uzatmak gibi oldu ama nedense planlamayı bu şekilde yaptım. Kırklareli'ne doğru giderken yolda bol bol ayçiçeği tarlası ile karşılaştık. Günbatımına yakın tarlalar arasında yolculuk büyüleyiciydi. 

Kırklareli'ne vardığımızda daha hava kararmamıştı. Önceden yer ayırdığımız öğretmen evine scooterleri ve eşyalarımızı bırakıp dışarı çıktık. Şehrin caddelerinde öylesine yürüdük, sohbet ettik, bir kaç kare fotoğraf çektik. Bir parkta oturup dinlendik. İlk intibah olarak Kırklareli hoşum gitti. Karanlık çökünce bizde geri dönüyoruz. Öğretmen evine giden caddenin girişinde ışıklı tabela dikkatimi çekti. Üzerinde "mutlu insanlar kenti" yazıyordu. Bu şehrin insanları gerçekten mutlu muydu bilemiyorum. Ama insan başını kaldırıp tabelaya bakınca bir mutluluk hissi verdiğini söyleyebilirim. Doğrusu bu yazı caddeye çok yakıştığını düşünüyorum. Daha önce de bir cami girişinde de büyük puntolar ile yazılmış bir söz hatırlıyorum: "Huzur ve emniyet içinde giriniz" O zaman çok yakıştırmıştım bu sözü. "Mutlu insanlar kenti" yazısı da bende bir hoşluk hissi uyandırdı.
Ertesi sabah iyice dinlemiş olarak uyandık ve hızla hazırlanıp motorların başına geldik. Gerekli hazırlıkları yapıp öğretmen evinden ayrılıyoruz. Sabah saatlerinde tatbikî önceliğimiz çorbacı bulmak oluyor. Karnımızı doyurduktan sonra yola çıkıyoruz.
Bir önceki gün geldiğimiz yolun bir kısmını geri dönüyoruz. Özellikle Kırklareli ile Pınarhisar arası  hem bozuk asfalt hem de bir çok noktada yol çalışması olduğu için keyfimiz pek yerinde değildi diyebilirim. Bir iki zaruri mola  dışında pek durmuyoruz. Pınarhisar'ı geçip İslamköy'e vardığımızda önümüzde yemyeşil yükselen Istıranca dağlarını gördüğümde içimi sevinç kapladı.  Vakit kaybetmeden dağarlara doğru hareket ediyoruz.
Yol çok güzel, manzara bizi bizden alıyor. İçimden onca yorgunluğa, onca yolu geri dönmeye değdi diyorum. Sürekli yükselen ve yükseldikçe güzelleşen yolumuzda durup durup fotoğraf çekiyoruz.
Demirköy'e varmadan önce orman kenarında mola veriyoruz. Daha çok kayın ve kestane ağaçlarından oluşan orman ve orman içine düşen güneş ışığı hoş görüntüler oluşturuyor.  Burada bir saat kadar çay molası veriyoruz. 

Ormanların arasında ilerleyerek önce Demirköy'e ve devamında İğneada'ya ulaşıyoruz.  Bu yola sonbaharda ekim-kasım gibi gelmeli, sonbaharda sararan yapraklar ile birlikte masalsı manzaraların oluşacağını görür gibiyim. Şimdilik not alıyorum aklımın bir kösesine, bir sonbaharda tekrar bu yollarda olmayı.
İğneada şehir merkezinden doğruca sahile indik ve bizi uzunca bir kumsal karşıladı. kumsal boyunca uzanan yolu takip edip bir yay çizerek Limanköy' e varıyoruz. Bunun ile yetinmeyip daha uç  noktadaki deniz fenerinde buluyoruz kendimizi.

Deniz fenerinden sonra daha da batıya doğru Beğendik köyüne doğru yola çıkıyoruz. Kısa bir sürüşten sonra Beğendik köyüne varıyoruz. Burası Bulgaristan sınırında olan en uç köylerden biri başkada bir özelliği yok ama sınırda olması ve bizimde seyahat sınırlarına ulaşmamız açısından önemli. Köy tabelasını görünce çok mutlu oluyorum. Tam sınır noktasına gitmek isterdim ama askeri bölge olduğu için giriş yasağı vardı. Bizde tam  Sınırın karşısındaki plaja scooterleri indirip burada denizin tadını çıkarıyoruz. Deniz çok dalgalı olmasına rağmen çok keyif alıyoruz burada yüzmekten.

Ülkenin en kuzeybatı ucuna ulaşmıştık. Sınıra ulaşmanın yanı sıra kendi sınırlarımızı da test etmenin rahatlığı vardı üzerimizde. Denizin tadını çıkarıp dinlendikten sonra dönüşe geçtik. gelirken kumsalın ortasına kadar scoterleri indirmiştik. Dönüşte motorları elimize alıp bir bisiklet hafifliğinde iterek rahatlıkla kumsaldan çıkarttık. Hafiflik ve işlevsellik çok hoşuma gidiyor. 
İğneada merkezde ayaküstü yiyecek bir şeyler atıştırdıktan sonra yola koyuluyoruz.  Demirköy'den Dupnisa Mağarasına gitme planımızı gözden geçiriyoruz. Her ne kadar Demirköy de görünse  de mağara köyden 30 km uzakta. Stabilize köy yolları yer yer çok bozuk. Bizde, karanlığa kalmadan Edirne' ye varmak istiyoruz. Bu nedenle mağaraya gitmekten vazgeçiyoruz. 
Öğleden sonra zamanımızın büyük kısmını Edirne'ye gitmek için yolda geçiriyoruz. Kırklareli'nden sonra biraz anayoldan ayrılıp köy yollarını kullanıyoruz. Yolda, rüzgârlı hava ile birlikte güneşi karşıdan alığımız için  yorgunluk kendini hissettiriyor. Geniş ovalar, Hasat edilmiş buğday tarlaları, yer yer ayçiçeği tarlaları eşliğinde saat beş gibi Edirne'ye varıyoruz.
Konaklayacağımız otele eşyalarımızı bırakıp doğrudan Selimiye camisini görmeye gidiyoruz. Selimiye' ye vardığımızda tadilat nedeniyle içi kısmının sadece bir kısmını görme şansımız oldu. Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği Selime'ye ilk bakışta bize estetiğin ne olduğunu hatırlatan detayları ile dikkatimizi çekiyor. Günümüzde minimalizm, sadelik gibi kavramlar iyi hoşta keşke estetiği bu kadar kaybetmeseydik.  Selimiye etrafında biraz zaman geçirdikten sonra epeyce acıktığımızı hatırlıyoruz. Edirne için sıkça duyduğumuz ciğeri tatmak için önceden referans alığımız bir mekana gidip ciğer yiyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse tadını pek sevmedim.  Güneydoğu usulü ile yapılan ciğeri daha cok tercih ederim. 
Yemekten sonra Edirne sokaklarında  scooterler ile rastgele dolanıp geziniyoruz. Küçük ve hafif motor ile şehri keşfetmek oldukça eğlenceli geliyor bize. Benim scooterin yolda fark ettiğimiz şanzıman yağ kaçağı vardı. yağ kaçağının tam olarak nereden kaynaklandığını anlamak için petrol istasyonunda scooteri iyice yıkayıp temizliyoruz. Fakat biraz sürüşten sonra yağ kaçağının içteki keçeden oluğunu anlamız uzun sürmüyor. Bu yazıyı yazarken Honda Dio scooterim bu sorundan dolayı defalarca servise gidip tamir edilmesine rağmen sorun henüz çözülmedi. Ne diyeyim Honda için büyük ayıp. Olacak şey mi tamda ihtiyacım olan minik ve pratik scooteri bulmuşken.
Akşam cadde sokak turundan sonra otelimize dönüp dinlenmeye geçiyoruz.

Ertesi gün Edirne'den erkenden yola çıkıyoruz. Rotamız üzerinde ilk durağımız tarihi Uzun Köprü olarak belirliyoruz.  Sabah saatlerinde yollar sakin, hava oldukça güzel. Şehir merkezinden uzaklaşınca yol boyunca uzanan tarla manzaraları ile yol alıyoruz.  Edirne-Uzunköprü arası çok fazla ayçiçeği tarlası görüyoruz. Sabah saatlerinde manzara görülmeye değer.
Uzunköprü ilçesine ulaştığımızda soluğu tarihi köprü yanında alıyoruz. Zaten buraya uğramamızın tek nedeni tarihi köprü. Köprü tadilatta olduğu için girişi kapalıydı Sadece kenarında fotoğraf çekebildik. Ergene nehri üzerindeki tarihi köprü Osmanlı döneminin önemli eserlerinden olup hem uzunluğu hem de mühendisliği açısından dikkat çekicidir.

Uzunköprü den sonra İpsala'ya doğru yo alıyoruz. Tabelayı görünce Sınıra iyice yaklaştığımızı anlıyor ve keyif alıyoruz. Yollarda sıcak, rüzgar uğultusu, uzun sürüş haliyle yoruyor ve bazen huzursuz hissediyorum. Böyle hedefe götüren bir tabela yada güzel bir manzara bir anda imdada yetişiyor. Beni, huzursuzluğun içinden çekip alıyor.
Sınır kapısına ulaştığımızda Yönümüzü güneye çevirip Enez' e doğru sürüyoruz.  Gala gölüne kadar yemyeşil çeltik tarlaları arasında keyifle yol alıyoruz. Bu yolu da en beğendiğim yollar arasına ekliyorum.  Rüzgar ile birlikte dalgalanan yeşil bir deniz gibiydi tarlalar. Gala gölüne ulaşınca kısa bir mola verip manzarayı izliyoruz. Gala gölü; Meriç nehrinin taşıdığı sular ile oluşmuş. Hatta bazı müdahaleler ile alanı zaman içinde büyütülmüş. Bir çok kuşa ev sahipliği yapıyor.

Gala gölünden sonra Enez'e varıyoruz. İlçe merkezine girmeden önce kıyıya yönelip Dalyan gölünün etrafındaki patika yollara giriyorum. Hem Trakya'nın en güneybatı ucuna ulaşmaya çalışıyorum hem de Meriç deltasınınım uç noktalarını görmek istiyorum.

Enez kalesine ulaştığımda karşıma yeni restore edilmiş cami  ve Kısmen yıkık kale duvarları karşıladı. Hemen karşımızda kıvrılan Meriç nehri ve ötesinde Yunan toprakları. Hava sıcak ve boğucuydu ama gezinin uç noktasına ulaşmanın huzuru vardı.
Kale içindeki tarihi Fatih Camisi güzel bir restorasyonla hoş bir görünüme kavuşmuş. Aslında kale Bizans dönemi eserlerinden. İçindeki Enez Ayasofya Kilisesi Fatih Sultan Mehmet döneminde camiye çevrilmiş. 
Enez de öğle yemeği yiyip fazlaca oyalanmadan yola koyuluyoruz. Akşam Tekirdağ'a ulaşmak istiyoruz. Sürekli inip çıkan köy yollarını ardımızda bıraka bıraka Önce Keşan'a oradan da anayolu takip edip Gelibolu'ya doğru yöneliyoruz. Yolun bir bölümünde uzunca bir yokuş çıktık. İnişe geçtiğimizde karşıda Saroz Körfezi ve ötesinde Gelibolu sırtları uzanıyordu. Saroz Körfezi; Ülkemizde en fazla deprem oluşturan Kuzey Marmara Fayının başlangıç noktasıdır.  Zaten körfezin kendisi de; Sıkışma sonucu bir plakanın çökmesi ile oluşmuştur ki, sıkışma, kırılma ve çökme olayları faylarında oluşmasını sağlamıştır. Durup fotoğraf çekiyoruz.
Körfezi sağımıza alıp Yeniköy'e yöneldik, inişli çıkışlı dağ yolunu takip edip Şarköy' e ulaşıyoruz. Benzin istasyonunda yakıt alıp ayak üstü bir şeyler atıştırıyoruz. Şarköy den çıktıktan sonra çok bozuk soğuk asfalt bizi çok yoruyor. İçimden "inşallah o çok övülen Uçmak dere yolu böyle değildir" diyorum. Gaziköy'den sonra aslında beklediğimiz o meşhur yol bir anda karşımıza çıkıyor. Bütün yorgunluğu bir anda unutuyorum.
Kıvrıla kıvrıla tırmanan bu güzel kıyı yolu çok hoşuma gidiyor. Harika virajları ve bir çok noktada harika manzaralar bizi büyülüyor. Günbatımına yakın bir saat olduğu için yamaçlarda yumuşak ışık ile birlikte çok güzel manzaralar ortaya çıkıyordu. 
Uçmakdere virajları söylendiği kadar varmış. Bir tarafı deniz, bir tarafı orman manzarasıyla kıvrılarak yükselen sonra aynı şekilde inişe geçilen bu güzel yolu hoş ve heyecanlı bir hatıra olarak belleğimize kazıyoruz. 
Güneş battıktan sonra Tekirdağ'a varıyoruz. Ertesi gün İstanbul tarafında şiddetli yağmur beklentisi olduğu için yağmurluk almaya karar veriyorum. Aslında yanıma yağmurluk almıştım. Scooter üzerinde bıraktığım yağmurluğu benden daha fazla ihtiyacı olan biri almış herhalde. Sanayi sitesinde açık bir motosiklet bayisi bulup yeniden yağmurluk aldım. Hemen yakın yerdeki esnaf lokantasında yemek yedik. Yemek ve hizmet beklentimin üstünde olması beni şaşırtıyor. Akşam karanlığında konaklayacağımız pansiyona varıp yerleşiyoruz.  Tekirdağ'ın şehir görünümü, yemek yediğimiz esnafın ve konakladığımız pansiyon sahibinin nezaketi ve tavırları benim hoşuma gidiyor. Küçük detaylar ama bir şehir hakkında fikir veriyor.
Gece yağmur beklentisi vardı. Ertesi gün yağmur durumuna göre hareket edeceğimiz şekilde planlama yapıp uyuyoruz.
Sabah uyandığımızda yağmur yağmamıştı. Hazırlanıp yola çıktık. Bu gün 11 Ağustos artık dönüş günümüz.

Tekirdağ'dan sonra Marmara Ereğlisi, Silivri Büyük Çekmece ve Küçük Çekmeceyi geçtik. Yolda yakıt molası ve kahvaltı dışında durmuyoruz. Hava bulutlu ve geçtiğimiz yerlerde yakın saatlerde yağmurun yağdığını anlıyoruz. Anlaşılan yağmur bir adım önümüzde doğuya doğru ilerliyor. 
Küçük Çekmeceden sonra İstanbul'u bütün yoğunluğu ile hissediyoruz.  Avcılar'dan sonra sahil yolunu takip ediyoruz. Zeytinburnu tarafını daha önce görmemiştim. İstanbul'un bu tarafı hoşuma gidiyor. Avrasya tünelinden Anadolu'ya geçip Pendik'e kadar durmuyoruz.
Benim scooterin hem bakım zamanı geldi hem de şanzıman sızıntısı devam ediyor. Pendik'te bulunan Honda servisine gidiyoruz. Motorlarımızın periyodik bakımları yapıldı. Şanzıman sızıntısı ile ilgili garanti süreci başlatıldı. Eve vardığımda saat öğleden sonra üç gibiydi. Tabi ki üzerimde o keyifli yorgunluğu hissediyordum. 
4  günlük Trakya gezisi böyle sona erdi. Bu yıl için daha önce hiç planlamadığım bir rotada hiç aklımdan geçmeyen bir scooterla yol yapmış oldum. Aslında her motosiklet maceralı bir yolculuğu hak eder. Bir çeşit onurlandırma diyebilirim. Honda Dio; beklediğimden daha iyi bir yol arkadaşı oldu. Onunda artık bir hikayesi var.

BAZI YOL NOTLARI
- Dört günde 1270km yol yaptık. Aynı gün içinde en fazla yolu Edirne-Enez-Uçmakdere-Tekirdağ arasında yaklaşık 400km yol yaptık.
-Motorlarımız 100km de ortalama 2.0- 2.2  litre yakıt tüketti. Ağustos ayında 20-21 TL arasında olan yakıt fiyatlarına göre seyahat için daha ekonomik bir motorlu araç yok diye düşünüyorum. Bir çok yerde motorların limitlerini epeyce zorladık. Daha sakin kullanımda 100 km de 2 litrenin altına rahatlık inilebilirdi.
-Bu gezide ilk defa fotoğraf makinası kullanmadım. Yanıma aldım ama neredeyse hiç kullanmadım. Tüm çekimleri telefon ile yaptım. Seyahat için ortalama üstü bir telefon yeterince iş görüyor. Tabi ki fotoğraf makinası ile çok daha iyi fotoğraflar çekilebilir. Fotoğraf için ışığı, saatleri takip etmek gereklidir. Doğrusu öğle saatinde güneş tam tepedeyken makına ile uğraşmanın esprisi kalmıyor.
- Bu yıl çok az eşya ile gezmek harikaydı. Sökme, takma ve bağlama ile uğraşmadım. Sadece bir sırt çantası ile gezmek bana çok ferah geldi. Bundan sonraki gezilerde bunu dikkate alacağım.





2 yorum:

Adsız dedi ki...

Harika bir gezi olmuş. Uzun yıllar böyle güzel yolculuklar yapman ve bizimle paylaşman ümidiyle 🙏

Motosiklet Gezileri dedi ki...

Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim. Benimde beklentim bu yönde

İNÖNÜ YAYLASI GEZİSİ (13.04.2024)

13 Nisan Cumartesi günü scooter ile İnönü yaylasına çıkmak  için önceden plan yapmıştım. Ömer de bana eşlik edecekti ama son anda işi çıktığ...