Bu öyle ansızın karar verilmiş bir yolculuk değil(öyle olmasını dilerdim). Türkiye'nin ana rotalarını tamamlama planımın bir parçası. Uzunca zaman önce düşünülmüştü. Yolculuk için Cilo dağlarını kendime nihai hedef olarak koymuştum. rotanın uzunluğu ve zamanın kısıtlı olması nedeniyle bir kaç kez bu yolculu erteledim ama bu yıl Hakkari rotasını tamamlama konusunda kararlıydım.
Rotanın Hakkari Yüksekova'ya kadar olan kısmını net olarak belirledim. Dönüş rotasını her ne kadarda Güneydoğu ve Akdeniz kıyıları olarak belirlesem de, mevsim şartları nedeniyle esnek hareket etmeye karar verdim.
Gezi Rotası:
1.GÜN:Motosikletin bakımları yapılmış, bagaj ve yolculuk için gerekli tüm malzemeler 17 Temmuz dan önce hazırlanmıştı. Bu yolculuğa bir önceki sene olduğu gibi CFmoto NK250 ile çıkıyorum. Tüm yolculuklarımda olduğu gibi gene gece uyuyamıyorum. Az bir uyku sonrası saat 05.15 de uyanıyorum. Hızlıca giyinip yola çıktığımda saat 05.45'i gösteriyordu. Pencereden eşim uğurluyor beni. Sabah serinliğinde şehri terk etmek yolculuğun en güzel anlarından biridir. Saat 06.00 da Dilovası otoyol gişelerinde Ömer ile buluşuyorum. Bu yolculukta kardeşimde bana eşlik ediyor. Durmadan yola devam ediyoruz.
Doğuya doğru ilerledikçe karşıdan yükselen taze güneş ve oluşturduğu nefis görüntüler olmasaydı otoyol sürüşü şüphesiz çok sıkıcı olacaktı. Bolu'ya kadar bir kısa duraklama dışında mola vermeden ulaştık. Bolu'da motosikletimize yakıt alırken bizde kahvaltı yaptık.Moladan sonra tekrar yola çıktık. Gerede'den sonra otoyoldan ayrılınca yol daha neşeli hale geldi. Çerkeş-Kurşunlu arasında bir mola daha verdik. Ağaç gölgesinde dinlenmek iyi geldi. Doğrusu gece çok az uyuduğum için kendimi yorgun hissediyorum.Kurşunlu'dan sonra ara bir yol kullanarak Korgun üzerinden Çankırı yoluna bağlandık. Bir miktar güneye inince kendimizi sapsarı bozkırda bulduk. Bu coğrafyada bazen uzun sürüşler sıkıcı olsa da bozkırın kendine has çekiciliği var. Bazen durup fotoğraf çekiyoruz. Öğle sıcağında durunca rahatsız oluyoruz. Yol kenarında eskimiş bir mescit ve yanında çeşme görünce kendimizi gölgesine atıyoruz. Kurak bozkırın en iyi tarafı. Nem az olduğu için gölgede hissedilen sıcağın azalmasıdır.Çankırı'dan sonra Kızılırmak nehrinin kenarındaki aynı isimdeki ilçeyi de geçip Sungurlu'ya ulaştık. Yolun bir bölümü itibariyle toplanan bulutlar burada epeyce ağırlaşmıştı. Petrol istasyonunda yakıt alırken Aniden yağmur bastırdı. Baktık duracağı yok bizde zorunlu yemek molası verdik. Bir buçuk saat yağmurun dinmesi bekledik.Yağmur dindikten sonra Hattuşaş antik kentine ulaşmak için Boğazkale'ye doğru yola çıktık ama dakikalar sonra tekrardan sağanağa yakalandık. Yağmurlukları giyip sürüşe devam ettik. Ören yerine ulaştığımızda kapanmıştı ve içeri giremedik. Yağmur nedeniyle gecikmiş olduk. Bizde yakındaki Yazılıkaya bölgesini ziyaret edip Yozgat'a doğru yolumuza devam ettik.Boğazkale'den sonra yol manzarası güzeldi. Arada yağmurda yağdı. Gökkuşağı bile gördük. Yozgat'a çok yakın bir noktada bir kaç kilometreden fazla yol çalışması vardı. Yağmur sonrası yoldan geçince çamur banyosu yapmış olduk. Şehir girişinde ilk petrol istasyonunda durup motosikletleri ve botlarımız yıkadık.Öğretmenevine ulaştığımızda 20.30'a geliyordu. Yakınlarda bir yerde çay içip odamıza döndük. Sabah serinliği, öğle sıcağı ve akşam üstü yağmuru ile 560km yol yaparak günü bitirdik.2. GÜN:Sabah dinç uyandım. Kahvaltı da biraz oyalanıyoruz. Yola çıktığımızda saat 08.40'tı. Kısa bir sürüş sonunda Sorgun'da yakıt molası verdik. Bir sonraki molayı Akdağmadeni civarında yol kenarındaki bir mescit kenarında verdik. Bu gün molaları uzatıp biraz ağır hareket ediyoruz. sanki çok yolumuz yokmuş gibi.Sivas'tan sonra Hafik, Zara ve İmranlı arası yollar çok güzeldi. Yolumuz dağ manzaraları, aralarda sarı tarlalar ve bulutlu bir gök yüzünün oluşturduğu gölgelerin seyri ile geçiyordu. İmranlı'dan sonra Sakaltutan(2160m) geçidinden geçtik. Geçitten sonra iniş yönünde hızlı ve keyifli bir sürüş yaparak Refahiye ye ulaştık.
Refahiye'de mola sırasında yağmur başladı, ilk sağmaktan sonra yağmurlukları giyip yola devam ettik. Erzincan'a yaklaştıkça yağmur durdu. Dağların arasından geçen yolu bitirdiğimizde sağ tarafımızda güneşin yansıması ile parlayan Mercan dağlarının görüntüsü beni büyüledi. dağa doğru devam eden yol manzarası muhteşemdi.
Erzincan'da yakıt molası verdiğimizde kendimizi yorgun hissediyorduk. Akşama yaklaşıyorduk fakat 180km yolumuz vardı. Erzurum doğru bir dağ yolunda karanlığa kalma fikri beni tedirgin ediyor. Gece sürüşünü hiç sevmiyorum. Bana göre çok tehlikeli. Tercan, Aşkale rotası muhteşemdi, dağların arasında güzel virajlı yollardan sürdük. Hızımız sürekli yüksekti ve hiç mola vermeye niyetimiz yoktu. Solumuzdan başlayıp batıya doğru güneş batarken bizde Erzurum'a doğru hızla yol alıyorduk. Özellikle Aşkale'ye doğru devam eden virajlı yol çok heyecanlıydı.
Erzurum şehir ışıklarını gördüğümüzde karanlık tamamen çökmüştü. Yerler ıslaktı. Anlaşılan biz varmadan önce fena yağmur yağmıştı. Saat 20.45'te çok yorulmuş bir halde Konaklayacağımız öğretmenevine varmış olduk. Bu günü 660 kilometre yol yaparak tamamlamış olduk.
3.GÜN:
Sabah Erzurum'dan 08.20 de çıktık. Şehir merkezini yeterince terk ettiğime kanaat getirdiğim bir petrol istasyonunda durdum. Nedenini tam olarak bilemesem de şehir merkezlerinin hoşuma gitmiyor. Bir önceki akşam motosikletimin sol kumanda kütüğünde selektör tuşunun düzgün çakışmadığını fark etmiştim. Yakıt aldıktan sonra sol kumanda kütüğünü söküp kontrol ettim fakat sorunu çözemedim. Sürüşe engel olmadığı için şanslıydım.
Erzurum'u geride bırakıp yola devam edince bir süre sonra Önümüzde geniş düzlükleri ile uzanan Pasinler ovası ile karşılaştık. Hasat edilmiş, hasat bekleyen ve yeni sürülmüş tarlaların bir aradaydı. Görünüş itibariyle verimi bir ova görüntüsü sergiliyor. Bir kaç yerde durup fotoğraf çektik.
Pasinler'i geçtikten sonra Köprüköy civarında yönümüzü güneye doğru çevirdik. Geniş ovadan bir anda kendimizi vadi içinde kıvrılan bir yolda bulduk. Sarp yamaçlı vadi içinde motosiklet sürmekten ve manzara izlemekten çok mutlu oluyorum.
Karayazı'ya ulaştığımızda biraz yorulmuştuk. İlçe merkezinde bir markete uğrayıp yiyecek bir şeyler aldık. Karayazı'da anayoldan ayrılıp köy yollarına girdik. yolumuz yükselmeye başladı, bir geçitten geçeceğiz dememe kalmadan 2353 metre rakımlı Göksu Geçidi tabelası gördük. Bu noktadan çevrenin manzarası çok güzeldi.
İnişli çıkışlı köy yollarını takip ettik. Ara yollara girmek benim için hep maceralı olmuştur. Tanık olduğum en güzel manzaralar hep bu ara yollarda rastlamışımdır. Yolumuzun yükseldiği yerlerde manzaralar dikkat çekiciydi. Uzaktan gördüğümüz Murat nehrinin bir kaç noktada köprü vasıtasıyla üzerinden geçtik. Malazgirt sınırlarından geçerken Aktuzla köyünde tuz üretim havuzlarını gördük. Muş Bulanık'a kadar nehir, dağlar, ovalar ve köy yerleşimleri hafızamda güzel izler bıraktı. Benim için yolculuğu anlamlı kılan zamanlardı. Bulanık'ta gördüğümüz ilk petrol istasyonunda mola verdik.
Öğle saatleri itibariyle sıcaklık rahatsız edecek düzeyde artmıştı. Çokça durup fotoğraf çektiğimiz için daha fazla terlemiş ve bunalmıştık. 1 saat kadar mola verip soğuk içecekler içerek kendimizi toparladık. Moladan sonra 12 km sürüş yapıp Haçlı gölüne ulaştık. Haçlı gölü Volkanik set göllerimizden biridir. Volkanik faaliyetler sonucu çıkan lavların bir vadi önünü kapatması ile oluşmuşlardır. Göl çevresi park şeklinde düzenlenmiş. Buradaki kamelyalardan birine oturup öğle yemeğimizi yedik. Biz otururken gölün diğer kıyısında yağmur yağıyordu.
Haçlı gölünden ayrılıp yolumuz üzerindeki Nazik gölüne doğru yola çıktık. Gölün diğer yakasında yağan yağmur bize doğru geldi. Bir miktar ıslandık ama yağmur bölgesinden çabuk çıktık. Kısa bir sürüşten sonra Nazik gölüne geldik. Bu gölde bir Haçlı gölü gibi lav set gölüdür ama Haçlı gölünden çok daha büyük bir alana sahiptir. Bu bölgede kamp yapmayı düşünseydim. Nazik gölü kıyısı çok uygun ve güzel olurdu.
Nazik gölünden sonra Ahlat'a doğru devam eden yol daha geniş ve akıcıydı. Kısa bir süre sonra bir anda Van gölü bütün ihtişamı ile karşımıza çıktı. 2014 yılından sonra Van gölü ile buluşmak eski bir dost ile buluşmak gibiydi.
Van gölüne gelmeden sağa doğru bir toprak yolu takip ederek Taşharmanı köyüne ulaştık. Köyden ayrılıp Nemrut dağına doğru ilerledikçe şose olarak devam eden yol tamamen toprak ve kumlu bir hale döndü. Dağa doğru irtifa kazandıkça manzara çok güzeldi ama yoldaki gevşek kum sürüşü çok zorlaştırdı. Bazı noktalarda düşme tehlikesi geçirdim.
Düşmemek için çokça dikkat ettiğimiz, bolca toz toprağa bulaştığımız 20 kilometrelik etabı tamamlayıp sonunda Nemrut kaldera gölüne ulaştık. Normalde Nemrut gölüne Tatvan üzerinden ulaşmak çok daha kolay ama biz biraz daha zor yolu seçmiştik. Bir kaç kilometrelik son inişten sonra önce daha küçük olan Ilıgöl bizi karşıladı. 500 metre ilerledikten sonra Nemrut gölünü görmüş olduk. Bir dizi volkanik patlama sonucu oluşan bu geniş çukura zamanla kar ve yağmur sularının dolması ile oluşan göl bulunduğu yer itibariyle eşsiz bir doğal ortamdır. Burada biraz vakit geçirip fotoğraf çektik.
Nemrut gölünden ayırılıp yukarı doğru çıktığımızda gün batımına doğru güneş ışınlarının yansıması ile çevremizdeki görüntü harikaydı. O an orada olmak beni iyi hissettirmişti.
Yolun devamında Van gölü ve Tatvan manzarası karşında son bir kez durup fotoğraf çektik. Sonra Tatvan'a kadar durmadan devam ettik. Şehre ulaştığımızda bir petrolde motosikletleri temizleyip yakıt aldık.
Saat 19.00 da konaklayacağımız öğretmenevine ulaştık. Duş alıp kıyafetlerimizi değiştirdikten sonra göl kenarı kordan boyu yürüyüşe çıktık. Seyyar satıcıdan pilav yedik. Ya biz çok açtık yada pilav çok güzeldi.
Akşam gezintisinden sonra motosikletimizin yanına gelip zincirleri yağlayıp genel kontrolleri yaptık. Sol kumanda tuşlarımdan biri çalışmıyordu. Sebebini merak edip tekrar söktüm. İçeride oluşan çatlak nedeniyle bozulduğunu fark ettim. Tamir etmeye çalışırken tamamen kırıldı ve operasyon sonuçsuz kaldı. Olduğu gibi toplayıp dinlenmeye çekildik. Bu gün 360km yaparak günü tamamladık.
4.GÜN:
Kahvaltı yapıp yola çıktığımızda saat 7.50 olmuştu. Hava ılıktı. Dünden kalma bir yorgunluk vardı üzerimde. Tatvan'dan Gevaş'a doğru Van gölü kıyısında yol alırken hiç durmadık. Sabah sürüşleri bir nevi spor gibi oluyor. Yol aldıkça yola ısınıyorum. Yol bazı noktalarda kumlu mıcırlı bir şose dönüyor. diğer araçlardan seken taşlar gerçekten ürkütücüydü. Gevaş'a ulaştığımızda sağımızda Artos dağı yükselirken solumuzda Akdamar adası görünüyordu. bu yoldan ikinci geçişim. 10 yıl öncede de buradan geçerken plana uymadığı için adayı ziyaret etmemiştim. Bu günde fotoğraf çekmek ile yetiniyorum. İlk bulduğumuz yakıt istasyonunda yakıt alıyoruz. Çayda bulunca içmeden geçmedik.
Gevaş'tan sonra yönümüzü Bahçesaray yoluna çevirdik. Türkiye'nin en yüksek geçidi olan Karabet Geçidini görmek istedik. Yol tahminimden daha düzgündü. Kırmızı, sarı, yeşil ve açık kahve geçişlerinin bol olduğu dağ yamaçları arasında kıvrılan yol özellikle Görentaş köyünden sonra saptığımız Bahçesaray yolu beni daha çok heyecanlandırıyor. Sürekli kıvrılarak tırmanan yolumuzun solunda akan derenin ve devamında yamaçların oluşturulduğu keskin çıkıntılar hepsi mükemmel bir bütünün parçaları olarak beni hayran bırakıyor. Arada durup fotoğraf çektim. doyasıya izledim.
70 Kilometrelik sürüşten sonra Karabet geçidine ulaştık. Kar tüneli yapılmış yakın yıllarda. Biz öncelikle tünele girmeden üst eski yoldan ilerledik. Aslında geçit tabelasını aradım. Her iki yönde de tabela bulamadım. Telefon GPS'i 2965 metrede oluğumuzu gösteriyordu. Hava berraktı, dağlar keskindi. Kar öbekleri vardı çevrede. Yamaca biraz tırmanıp karın üzerine uzandım. Manzara müthişti. Tünelden sonra Bahçesaray yönünde manzara daha da çarpıcıydı. Hizan tarafından bu noktaya gelmediğim için biraz hayıflandım doğrusu.
Yol kenarında bekleyen bir minibüste bu bölgede yaşayan iki kişi ile tanıştık. Onlara rakım gösteren tabelayı sordum. Yakın zamana kadar vardı sanki dediler. Ama şimdi niye yok onlarda anlam veremedi. Bize çay ikram ettiler. Çaylarını içip teşekkür ederek oradan ayrıldık.
Dönüş yolunda durmadım, fotoğraf çekmedim. Yaklaşık 70 kilometrelik yolda sürüş ahengini bozmadan virajları döne döne Van-Hakkari yol ayrımına kadar ulaştık. Yol kenarında küçük bir çalı gölgesinde dinlenince çok acıktığımızı fark ettik. Çantada unuttuğumuz bisküvi ve fındık imdadımıza yetişti.
Hakkari yönüne doğru Önce Gürpınar'ı geçtik. Güzelsu'ya geldiğimizde Hoşap kalesi dikkatimi çekti. Kalenin karşısında çay içebileceğimiz bir yer fark edince mola vermiş olduk. Kaleyi izleyip çay içerken yağmur başladı. Molayı biraz uzattık. Bu fırsatta yakın bir mekanda öğle yemeği yedik.
Mola uzayınca vaktimizde daraldı. Yağmur azalınca bizde yola çıktık. Yoğunlaşan yağmur bulutlarından kaçmak için biraz hızlı hareket ettik. Zernek Barajını geçtikten bir süre sonra kıvrılarak yükselen yoldan ilerledik. En yüksek noktada 2730 metre Güzeldere geçidinden geçtik. Bu noktada manzara izlemeye değerdi.Yolculuğun bu bölümünde kısa molalar dışında pek durmak istemiyoruz. Hem vakit daralıyor hem de kendimizi yorgun hissediyoruz. Gene de bir iki noktada fotoğraf için durdum. Özellikle Başkale'den itibaren rüzgarın artması ile birlikte yorgunluğumuzda artıyor.
Yeniköprü denilen bölgede bir askeri kontrol noktasından geçtik. Burada Hakkari-Yüksekova yol ayrımından Yüksekova yönüne doğru hareket ettik. 32 kilometre dar bir yoldan ilerledikten sonra Yüksekova'ya ulaştık. Güneş batmak üzereydi. Bir petrol istasyonunda mola verdik. Burada bir kaç motosiklet kullanıcısı ile tanıştık. Bir sonraki günün rotası için fikir aldık. Bize çok gönülden davrandılar. Bu bölgede tanıştığımız herkesten çok memnun kaldım. Şimdi yazarken içimden şükran hisleri geçiyor. Kısa bir sürüşten sonra 18.50 de kalacağımız otele ulaştık. Bu günü 394 kilometre yolculuk ile tamamladık.5.GÜN:
Sabah 08.00 de Yüksekova'dan yola çıktık. Dün geldiğimiz yolu 30 kilometre kadar geri dönüp Hakkari yoluna bağladık. Dün yorgun geçtiğimiz yolu bu sabah dinlenmiş olarak geçerken yeni detaylar renkler ve manzaralar fark ediyorum. Hakkari yolu bana güzel bir günü müjdelercesine güzeldi. Bazen daralan bazen genişleyen vadi içerisinde solumuzda Zap Suyunun bir kolu ile birlikte hareket ediyorduk.
Kırıkdağ köyü tabelası gördüğümüzde sola saptık ve burada bir askeri kontrol noktasından geçtik. Bir kaç kilometre sürdükten sonra köye ulaştık. Köyde, Cennet ve Cehennem vadileri yolunu teyit etmek için sorduğumda bana Akarsuyu takip edersem beni vadiye götüreceğini söylediler. Köyden sonra asfalt yol bitti ve tamamen toprak yola girmiş olduk. Uzaktan Cilo dağlarının muhteşem çıkıntıları görünüyordu. Daha yolun başında manzaralar beni hayretler içinde bıraktı. Temkinli yol alırken fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedim. Sıcak havada ve zorlu yollarda durup fotoğraf çekmek bazen eziyet vericidir. Ben fotoğraf çektiğimde bazı yerlerde Ömer umursamayıp yola devam etti. Halini anlıyorum. Yol Üzerinde bir şelaleye ulaştığımızda mola verdik.
Şelaleden sonra yol biraz daha zorlaştı, İrtifa kazandıkça dar dönüşler, taşlı topraklı tırmanışlar arttı. Son kilometreye yaklaştığımızda Ömer "artık daha fazla gitmeyelim lastikler yarılabilir" şeklinde serzenişte bulunsa da ben pek umursamadım. Gerekirse yolun devamını yürüyerek tamamlardım. Son düzlüğe kan ter içinde çıkınca manzara büyüleyiciydi. Bu güne kadar tanık oluğum en güzel vadi tam karşımdaydım. Bu noktada durup soluklandım ve fotoğraf çektim. Ömer durmadan devam etti.Bir kaç dakika daha sürüş yaparak araçla ulaşılabilecek son noktaya ulaştık. Nispeten düz ve geniş alanda dere akıyordu. Etrafında Kelebek kovalayan fotoğrafçılar, günübirlikçi piknikçiler, turlarla gelen ekipler ve kampçılar vardı. 2600 metrenin üstünde olmamamıza rağmen hava ince güneş yakıcıydı.Cilo buzulları ve buzul gölüne doğru yürüyüşe çıktık. Kayalıklar arasında patikalardan yürüdük. Durup dinlendik, tanıştığımız insanlar ile sohbet edip fotoğraf çektik. Yürüyerek bir buçuk saat sonunda 2700 metrenin üstünde bulunan Cilo buzulu ve buzul gölüne ulaştık. Son 15 kilometresi toprak olmak üzere 20 kilometrelik yol boyunca takip ettiğimiz akarsuyunda kaynağına gelmiş olduk. Buzulun erime hızı artıkça buradaki gölette büyüyor. Belki bir daha yolum düşerse buralara artık bu buzulu göremeyeceğim. İklim değişiminden nasibini alan buzul eriyip gidiyor. Cilo dağı 4135 metre ile Ağrı dağından sonra ikinci yüksek dağıdır. Sat göllerine doğru gitseydik Uludoruk zirvesini görme şansımız olurdu ama mevcut durum içinde oraya gitmek mümkün olmadı. Milyonlarca yıl önce düşmüş bir karın kalıntılarına dokundum. Keskin dağ sulietlerini izledim. Akan suya baktım. Gölet'in kenarında bir taş üzerine oturup seyahatin en uzak son noktasında kısa bir süre öylece kalakaldım. Yıllar önce planladığım, bir kaç kez ertelemek zorunda kaldığım ve uzunca bir yolu kısa bir zamana sıkıştırmanın sebep olduğu yorgunluğumla bir hiçlik hissetim. Tüm yolculuk bu an içindi ve gerisi buna dostlar alışverişte görsün diye eklenmişti. Tüm yolculuğumu buzullardan sızan bulanık sularıyla bu küçük gölete ve heybetli dağlara atfediyorum. Dönüş yolunda mola vermeden ve vadinin doyumsuz seyri ile dönüyoruz. Bir saatlik yürüyüş sonunda motosikletlerimize ulaşıyoruz.
Yürüyüşü bitirdiğimizde aç ve yorgunduk. Çantalarımızda atıştırmalık bir kaç yiyeceği tüketip dönüş yoluna geçtik. Dönüş yolu inişli olduğu için beni epece zorladı. Bir kaç yerde düşme tehlikesi geçirdim. Yolda bir iki motosikletli grupla kısa sohbetler ile birlikte bir saat kadar sürüşten sonra Hakkari yoluna dönmüş olduk. Kısa bir sürüşen sonra Hakkari girişinde bir yakıt istasyonunda mola verdik. Çok yorulmuştuk. Duvar gölgesinde oturup dinlendik. Motosikletleri temizleyip zincir bakımı yaptık. Bir buçuk saat kadar mola vermiş olduk.Saat 16.00 da Şırnak'a doğru tekrardan yola çıktık. Zap suyunun aktığı dar vadi içine ilerleyen yol muhteşemdi. Bu bölgede bu kadar güzel yol beklemiyordum. Günün yorgunluğuna ilaç gibi gelen yolculuk etabı oldu.
Şırnak'a doğru 2080 metre rakımlı Suvarikotra geçidini geçtik. Yolun bu bölümünden sonra asfalt kalitesi azaldı. Hızımızı düşürdük. Güneş batmaya yaklaştıkça mola vermeden daha fazla yol almaya başladık. Son yakıt molası sonrası hiç durmadık. Şırnak'a ulaştığımızda hava tamamen karardı.
Şırnak'tan sonra 36 kilometre karanlıkta sürdükten sonra Cizre'ye ulaştık. Sanki bir fırının içine girmiş gibi bir sıcaklık hissettim. Bu durum beni ürküttü. Gecesi böyleyse gündüz sıcaklığını düşünemiyorum. Kalacağımız öğretmenevine geldiğimizde saat 21:00 olmuştu. Dışarıda yemek yedikten sonra dinlenmeye çekildik. Bu günü 315 kilometre yaparak tamamladık.
6 .GÜN:
Sabah 04.30 da uyandık. Yola çıktığımızda saat 05:00'i gösteriyordu. Gün içinde dayanılmaz sıcaklara maruz kalacağımızı bildiğim için biran önce Cizre'den uzaklaşmak istiyordum. Öğle saatlerinde yeterince kuzeye çıkarsak bir nebze sıcaktan kurtuluruz düşüncesindeydim.
Dar sokaklardan önce ana caddeye çıktık. Dicle nehri üzerindeki köprüyü aşıp ana yola ulaştık. Şırnak'a doğru şehri terk ederken geriye dönük bakınca bulanık gök yüzünde asılı duran dolunay vardı. Şehir, gökyüzü, dolunay ve dağlar birbiri ile ilgisiz duruyordu. Cizre'den Şanlıurfa'ya doğru planladığım rotayı aşırı sıcaklar sebebiyle değiştirmiştim bu durum beni içten içe huzursuz ediyordu. Doğrusu bu ince ince düşünülmüş bir yoldu. Şırnak'ı geçip Siirt yönüne devam ettiğimizde güneş yükselmeye başlamış ve dağlar üzerinde hoş sıcak yansımalar oluşturmuştu. Yola çıkarken içindeki huzursuzluk azaldı. Bazı yerlerde kırmızıya çalan renkler güneşle buluşunca muhteşem manzaralar bize eşlik ediyordu. Bir çok noktada durup bu anları fotoğrafladım.Eruh-Siirt arası yolda çok hoşumuza gitti. Siirt'e birkaç kilometre kala. Botan Vadisi yoluna döndük. Seyir alanı yoldan çok uzak değildi. Sabah saatinde kimseler yoktu. Vadi, Dicle nehrinin bir kolu olan Botan çayı üzerinde yer alıyor. Vadi güzel, etraf çöp içindeydi. Siirt şehir merkezinde tavsiye üzerine bir büryancı da kahvaltı yaptık. Bu taraflarda yemeklere diyecek lafım yok. Doğrusunu söylemek gerekirse kahvaltıda et tüketmek hiç fena fikir değil.Saat 11.00 de Siirt'ten Batman'a doğru yola çıktık ama sıcağın kucağına düştük. Yol ilerledikçe sıcağın etkisi giderek artıyordu. Sanırım anlık sıcaklık 38 dereceydi. Akaryakıt istasyonlarında durup sıvı takviyesi yapıyor aynı zamanda üstümüzü su ile ıslatıyorduk. Islaklık 10-15 dakika rahatlama hissi verse de hızla kuruduğumuz için tekrardan yanıyorduk. Batman'a yaklaştığımızda sıcaklık 42 dereceye çıkmıştı. Bismil üzerinden Diyarbakır'a giden yoldan ayrılıp biraz daha kuzeye Silvan yoluna doğru devam ettik. Silvan tarafı 38 derece civarında sıcaklık gösteriyordu. sarı tarlalar arasında bir dizi dolambaçlı yol geçtikten sonra önce Silvan'a sonra Diyarbakır yoluna devam ettik. Geçici bir rahatlama sonrası Diyarbakır da 41-42 derece sıcak çok yorucuydu. Periyodik olarak petrollerde kendimizi ıslatmaya devam ettik. Bir çeşme kenarında ağaç gölgesi bulunca altına sığındık. Ağaç gölgesi ne büyük nimettir.Diyarbakır da yoğun trafikte yavaşlayınca sıcaklık nefesimi kesti. Yakıt molasından sonra hiç durmadan Elazığ'a doğru sürdük. Maden'e ulaştığımda sıcaklık hissedilir derecede azaldı. Yol kenarında çınar ağaçlar altında bir çay bahçesi var burada mola verdik. Bu yolu 2014 te geçmiş ve aynı çay bahçesinde mola vermiştim. Onca eziyetten sonra bu mekan cennet gibiydi. Çayımı içerken 10 yıl önceyi hatırlayıp biraz hüzünlendim.Yeterince dinlendikten sonra Hazar gölü kenarında yolumuza devam ettik. Elazığ'a saat 18.00 de ulaştık. Kalacağımız öğretmenevine eşyalarımızı bırakıp motosikletlerimiz ile Harput'a çıktık. Kale ve tarihi yerleşim alanına sahip bu bölge şehir merkezine 7 km mesafede bir tepenin üzerinde yer almaktadır. Harput kalesine çıkıp gün batımı manzarası izledik. Etrafı daha fazla gezmek isterdim ama yorgunluktan bitkin düşmüştüm. Ömer'in hali benden beterdi.Karanlık çökmeye yakın şehir merkezine döndük. Bir marketten konserve aldıktan sonra petrol istasyonuna geçip yakıtları tamamladık. Zincir bakımı yaptık. Konserveler ile karnımızı doyurup otelimize döndük. Bu gün 491 kilometre yol yaptık. Gezinin en sıcak ve yıpratıcı günüydü. Hiç şikayetim yoktu.
7.GÜN:
Sabah 06,00 da yola çıktık. Her ne kadarda güneyden uzaklaşmış olsak ta tüm ülkede en sıcak günler yaşanıyordu. Özellikle öğle saatlerinde sıcak bizi zor durumda bırakabilirdi. Sabah saati serindi, yollar güzeldi ama ben epeyce yorgundum. Sanki hiç dinlenmeden yola çıkmış gibiydim. Gün sonunda Niğde'ye ulaşacaktım. Niğde konum itibariye; batıya doğru eve dönüş yolu, kuzeye doğru alternatif bir rota yada hala güneye yani Akdeniz kıyısına inme umutlarım için mantıklı bir noktaydı. Ömer'in sadece fiziksel değil zihinsel olaraktan yorulduğunu anlayabiliyordum. Bu konuda da bir çözüm üretmem gerekiyordu. Bu düşünceler ile bir dinlenme tesisine kadar yol yaptık. Kahvaltı ile birlikte bir miktar kendime geldim diye bilirim.
Malatya'yı geçtikten sonra yolun seyri hoşuma gitmeye başladı, Hızımı iyice düşürdüm. Ömer önümden hızını arttırıp devam etti. Sükûnet içinde yolun keyfini çıkardım. Darende'ye ulaştığımızda Tohma kanyonu tabelası takip edip vadiye geldik. Vadide akan su, ağaçların gölgesi bana serinlik hissi verdi. Bir süre burada vakit geçirdik. Kanyonun devamı kapatılmıştı açık olsa bile yürümeye pek halim yoktu. Darende'den çıkıp yola devam ettik ama artık motosiklet üzerinde uykum geliyordu ve bu durum tehlikeliydi. Yol üzerinde bir ilçede durup market alış verişi yaptık. Marketin karşısında oturacak masası olan bir petrol istasyonu vardı. İstasyondan çay alıp kendimize küçük bir sofra kurduk.
Moladan sonra kendimi daha iyi hissediyordum. Kayseri'ye yaklaştıkça rüzgar şiddeti arttı. Rüzgar, bu yorgunlukta pek çekilecek dert değildi. Yol kenarında bulduğumuz ağaç gölgesinde mola verip çimenlere uzandım. 10 dakika kadar uyudum sanırım. Aynı ağaç gölgesinde bir kaç aracın aniden durma sesleri uykumu böldü. Kayseri yolundan ayrılıp Tomarza üzerinden Develi'ye doğru devam ettik. Bu ara yol ana yoldan daha güzeldi. Develi'ye ulaştığımızda bütün heybeti ile Erciyes dağları karşımıza çıktı. 3917 metre yükseltisi ile ülkemizin güzel volkanik dağlarında biridir. Bu günün en güzel anı Erciyes'i görmek oldu.
Yorucu bir sürüş sonrası 18.30 da Niğde'ye ulaştık. Konaklayacağımız öğretmenevine ulaşıp. Bir süre dinlendik. Sonra Çarşıya çıkıp biraz yürüdük, yemek yedik. Akşam üstü yürüyüşünde net bir şekilde kararımı verdim. Ertesi gün Güneye Akdeniz rotasına doğru devam edecektim. Ömer Mersin-Antalya rotasına devam etmesini beklemiyordum. Çok yorulmuştu. Fikir alışverişi yapıp ertesi gün ayrılmaya karar verdik. Ömer doğrudan eve dönecek ben ise Güneye devam edecektim. Bu günü 543 kilometre yaparak tamamladık.
8.GÜN:
Niğde'den 06:00 çıktık. Hafif yağmur başladı. Çıkarken yağmurlukları giymiştik. Otoyol bağlantısına ulaştığımızda Ömer ile yollarımız ayrıldı. Ömer Anakara yönüne devam etti ben Mersine doğru yola koyuldum.
Yalnız yoldaydım ve yalnız yolculuk yapmanın benim için büyülü tarafı var. Birlikte yolculuktan bir şikayetim olmadı ama kendimle baş başa kalmak paha biçilmezdi. Sabahın erken saatinde rüzgarlı bir havada güneşin doğuşunu selamladım. Yakıt istasyonunda mola verip yakıt aldım. Erken saatler olmasına rağmen güneye indikçe hava ısındı. Moladan sonra yolum derin vadilerden devam etti. Dar bir boğazdan kıvrılan yoldan devam edince bu noktanın Gülek boğazı olduğunu anımsadım. Tarsus'a yaklaştığımda boğucu bir sıcakla tanıştım. Hava puslu, nemli ve boğucuydu. Önümüzdeki iki günün zorlu geçeceği şimdiden belliydi. Mersin'e ulaştığımda yakıt alıp, kahvaltı yaptım.Mersin Anamur yolu beklediğimden çok daha trafikliydi. Kan ter içinde Cennet ve Cehennem Obruklarına ulaştım. Türkiye'deki en büyük obrukları ve aynı zamanda tarihi yerleşim bölgesi olmaları dikkat çekicidir. Obruklar kireç taşlı arazilerde mağaraların çökmesi ile oluşan yapılardır. Cehennem obruğu daha dar, Cennet obruğu daha geniştir. Cennet obruğunda Bir kilise ve mağara bulunmaktadır. Epeyce basamaktan inerek cennet obruğunun tabanına ulaştım. Mağaraya girdiğimde içerisi serindi. Gün boyunca kalsaydım hiç fena olmadı. Boğucu havada burayı gezmek zordu.
Obruktan çıktıktan sonra bir ağaç gölgesinde oturdum. Hafif esinti olunca biraz serinleyebiliyordum. Onun dışında sürekli saunadaymışım gibi hissediyordum. Epeyce dinlendim. Tekrar hareket ettiğimde artık öğle saatleriydi.Akdeniz kıyısında yolun en güzel kısmı Anamur'dan sonra başladı. Virajlı dağ yolu bütün bunaltıcı havaya rağmen çok keyifliydi. Kısa aralıklar ile mola verdim. Bazen durup fotoğraf çektim. Teke platosunun denize doğru uzanan bu eğimli yamaçları ve yamaç boyunca kıvrılan yollar, buralardan geçmemin nedeniydi. Konaklamak için Gazipaşa'da Zeytinliada köyünde bir pansiyon ayarlamıştım. Çok keyifli yolun tam üstünde bir sürü viraj döndükten hemen sonra pansiyona ulaşınca çok şaşırdım. Normalde konaklama deyince caddeler, sokaklar ve trafik aklıma gelir. İşletme sahibi ve annesi çok nazikti. Ocakta bezelye yemeği olduğunu öğrendiğimde çok mutlu oldum. Yemekten ve ortamdan çok keyif aldım. Ev yemeğini özlemişim.Pansiyona ulaştığımda saat 17.00'ydi. Gün ışığında üç saatten fazla vaktim vardı. Tek düşündüğüm bir yerde denize girmekti. Tavsiye üzerine kısa bir sürüş sonrası delikli deniz denilen yere geldim. Motosikleti park edip bir patikadan koya indim. Gittiğimde benden başka kimse yoktu. Deniz suyu yorgunluğumu aldı. Boğucu bir günden sonra denize girmek çok güzeldi.
9.GÜN:
Zeytinliada'dan yola çıktığımda saat 06:00'ydı. Dağların ardından güneş doğmak üzereydi. Gazipaşa'ya doğru virajlı dağ yolundan inmek çok keyifli ve benim için şaşırtıcıydı. Sabahları şehrin caddelerini geçmeye alışmış biri olarak dağ yoluna bir anda çıkmak beni hayran bıraktı. Alanya'ya yaklaştığımda Torosların üzerinden güneşte yükselmeye başladı. Bu saatte hava güzeldi.
Alanya'ya ulaştığımda sahil kenarında mola verdim. Sabah saatlerinde çok fazla spor ve yürüyüş yapan insan gördüm. Geçtiğim diğer sahil şehirlerinden daha faklı bir şehir hissi veriyordu. Alanya'yı sevdim diyebilirim.Saat 9.00 da Manavgat şelalesine ulaştım. Erken saatler olmasına rağmen kalabalıktı. Müze kart ile giriş yapıp küçük ama güçlü akan şelaleye ulaştım. Manavgat nehrinde yaz ayında bu kadar debi beklemiyordum. Batı Toroslardan doğup Manavgat'ta Akdeniz'e dökülüyor. Biraz hızlı hareket ediyorum. Öğle saatlerinde Antalya'yı terk etmek istiyorum. Köprülü Kanyon'a doğru yola çıktım. Erken saatler olmasına rağmen trafik yoğunluğu vardı. Özellikle büyük otobüslerin çok hızlı ve tehlikeli ilerlemeleri beni ürküttü. Virajlı yolda otobüse yetişemedim. 70 kilometre kadar yol kat ederek köprülü kanyona ulaştım. Manzara izleyip fotoğraf çektim. Basamaklı bir patikadan kanyona indim. Parlak turkuaz nehir muhteşem görünüyordu. Bu akarsuda Manavgat gibi suları boldu. Kaynak kısımlarını merak ediyorum. Bu bölgede yoğun şeklide rafting, bot gezintileri yapılıyor. Vaktim kısıtlı olduğu için böyle bir aktiviteye katılmıyorum.Tabelada Selge antik kentinin 11 kilometre mesafede olduğunu gördüğümde o yöne devam etmemeye karar verdim. Antik kentten çok yukarıların manzarasını merak ettim. Yola devam ettikçe Toroslar ile tanıştığımı hissettim. Bolca kızılçam yer yer maki türlerinden biri olan sandal ağaçları arasında yola devam ettim. Yolum üzerinde ilginç kaya oluşumları ile karşılaştım. Uzaktan granite benzettiğim kayaları yakından incelediğimde bu blokların konglomera(Çakıl taşı) olduğunu görünce şaşırdım. Daha önce büyük boyutlarda görmemiştim. Bu kaya yapıları Torosların oluşum hikayesinin bir parçası.
Yola devam edip 1200 metre yükseltiyi geçtiğimde Selge'nin antik tiyatrosuna ulaştım. Beklediğimden daha iyi durumda ve hayranlık verici.Saat 12:00'ye ulaştığında bende bende dönüş yoluna geçtim. Serik-Antalya yoluna kadar hiç durmadım. Ana yola bağlanıp Antalya yönüne devam ettim. Yoğun bir trafik vardı. Hızım azaldıkça daha da bunalıyordum. Aksu'dan Isparta yönüne döndüm. Akıcı bir yoldan hiç hız kesmeden devam ettim. Yolum dağlara doğru devam ediyordu. Nemin azaldığını hissedebiliyordum. Çeşme fark ettiğimde mola verdim. Hava sıcaktı ama daha az bunaltıyordu. Çeşmeye gelen hortum açıkta olduğu için su içilemeyecek kadar sıcaktı. Mataramdaki suda neredeyse kaynamıştı, içmekten vaz geçtim. Ağaç gölgesinde bir süre dinlendim. Yıllarca yaz sıcakları nedeniyle ertelediğim güney rotasını tam olmasa da büyük çoğunluğunu nihayet tamamlamıştım. Türkiye'nin ana rotalarını tamamlama planımın bir bölümünü gerçekleştirdiğim için mutluydum. Özellikle Antalya çevresi, doğa ve tarihi zenginlikleri açısından çok daha fazla zaman ayırmayı hak ediyor ama bu mevsimde değil. Torosların içinden geçen yol beklediğim gibi heyecan vericiydi. Yakıt ve yemek molası verdiğimde hava iyiden iye kapandı. artık yağmur kaçınılmaz gibiydi. Petrol istasyonundan ayrılalı bir kaç dakika geçmişti ki yağmur damlaları düşmeye başladı. Yol kenarında durup hızlıca giyindim. Botların üzerine çöp poşeti geçirdim. Giyinmeyi bitirdiğimde yağmur sağanak halinde başladı. Bir kaç dakika sonra öyle hızlandı ki yolda dere gibi su akıyordu. Isparta ya 20 kilometre vardı ve duracak güvenli bir yer yoktu. Bende yola devam ettim. Yolda yağışın oluşturduğu riskleri bir tarafa bırakırsak yağmurdan hiç şikayetim yoktu. Günlerdir yanmış ve bunalmıştım. Yağmur şu an benim için gerçekten rahmetti. Isparta'yı geçtikten sonra yağmur durdu ama arada bir serpiştirmeye devam etti. Dinar'ı geçip Çivril'e yaklaştığımda yağmur tekrardan şiddetlendi. Hava iyice karardı, dağları sis sarmıştı yağmur manzaram puslu ve doğrusu çok heyecan vericiydi. Yerleşim böğlerinden geçerken yollarda oluşan göletler risk oluşturuyordu. Bir tanesine biraz hızlı girince motosikleti kontrol etmekte zorlandım. Suyun çarpma etkisi ile botumdaki poşet yırtıldı ve ayağım su içinde kaldı. Köyde market önünde durup çöp poşeti aldım yeniden ayaklarımı poşetledim. Yağmurun duracağı yoktu bende oyalanmadan devam ettim.10.GÜN:
Uşak'a yaklaştığımda yağmur durdu. Yağmurluğu çıkardım. Bir miktar ıslanmıştım belki de terlemiştim. Saat 19.00 da şehir merkezine vardım. Kalacağım otele varıp onca yağmurdan sonra çamura batan yağmurluk, bot gibi malzemelerimi temizleyip kurumaya bıraktım. Uşak'a girdiğimde şehir beni şaştırmıştı. Canlı ve düzenli bir şehir görüntüsü vardı. Otelden çıkıp ana caddede yürüdüm. akşam saatlerinde cadde ve sokaklar kalabalıktı. Yemek yiyip otele döndüm. Yarsını bunaltıcı sıcakta yarısını yağmurda geçirdiğim bu günü 580 kilometre ile tamamladım.
Bugün biraz geç uyandım. Eve dönüş günü önemli bir görevi tamamlamış ve son anların tadını çıkarmak isteği ile ağırdan hareket ediyorum. Yola çıktığımda saat 8.00'i geçiyordu. 30 kilometre kadar güneydeki Ulubey kanyonuna doğru yol aldım.
Kanyona ulaştığımda kimseler yoktu. Girişteki çitin altından geçip kanyonu iyi göreceğim bir noktaya kadar yürüdüm. Ulubey kanyonu dünyanın sayılı büyük kanyonlarında biridir. Geçmişe ait tüm aşınım yüzeyleri ile kanyon manzarasını hayretle seyrettim. Kanyon içine inip yürüyüş aktivitesi yapmak niyetim yok. Tepeden izlemek beklentimi karşılıyor. Tabi yürümek isteyenler için uzun ve keyifli bir rota olduğun şüphem yok.
2 yorum:
Adem hocam, selamlar. Kolay olmayan bir rotayı zor mevsimde almış oldunuz. İyi takat gerektirir diye düşünüyorum, öncelikle sizi ve kardeşiniz Ömer'i tebrik ediyorum. Cilo Dağları kısmı gerçekten heyecan verici, yurdumuzdaki hiç bir yere benzemiyor. Yol boyunca çektiğiniz fotoğraflar, tuttuğunuz notlar sizden sonra oraları hayal eden gezgin insanlara ilham verecektir, yol gösterecektir, bu sebeple zengin paylaşımınız daha da önem arz ediyor, kendi adıma teşekkür ediyorum. Yolun yalnız başınıza aştığınız kısmı ise bence zaman zaman gerekliliktir. O andan itibaren gezi yolculuk haline geliyor, sadece asfalt üzerinde bir sonraki durağa ilerlemek degil de, içlerimizdeki, zihnimizin kimi arada kalmış konularında, hayallerinde, planlarında çözümler haline geliyor. Veya yeni sorular üretmek de mümkün. Okurken heyecanlandım, bilgilendim. Emeğinize sağlık 😊💐
Zaman ayırıp okuduğumuz için ben teşekkür ederim. Yolu ve yolda olmayı yol sever insanlar ile paylaşmak fikir alışverişi yapmak ve keyifli sohbetlere konu etmekten mutlu oluyorum.
Yorum Gönder