19 Ağustos 2021

İÇ ANADOLU GEZİSİ (25-30 TEMMUZ 2021)

 Bu yıl yapacağım gezi için bir kaç aydır rota belirlemeye çalışıyordum. Geziye ayırabilecek 1 haftam vardı ve bu durum rota belirleme konusunda beni oldukça sınırlıyordu. Amacım, Türkiye'nin  kuzey-güney, doğu-batı rotalarını bitirmek. Nasipse daha sonra  belirlediğim yerleri detaylı gezmek. Örneğin Sadece Aladağlarda 3-5 gün geçirmek.

Birinci hedefim; Doğu Karadeniz'i de kapsayan  Doğu Anadolu turu yapmak. Özellikle Kuzey Doğu Anadolu coğrafyası,  beni kendine çağırıyordu. Bu gezi için en az 10 güne ihtiyaç vardı. Maalesef zaman sınırı nedeniyle bu rotayı erteledim.

İkinci hedefim; Kıyı Ege yada Kıyı Akdeniz rotasını tamamlamaktı. Geziyi Temmuz sonunda yapacağım için, bu rota da  mevsim nedeniyle sıcaklık çok rahatsız edici olabilir.

Üçüncü hedefim; daha önce kısmen gezdiğim İç Anadolu rotasını tamamlamak. Bozkıra özel bir hayranlığım olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Afyon-Eskişehir-Konya ve Nevşehir arasında kalan volkanik alanları ve bu alanların coğrafi özellikleri, kültürel yaşama etkilerini  yakından görmek istiyordum. Bu rotayı seçmemdeki en önemli yer ise şüphesiz Konya Karapınar da ki Meke gölüydü.

Özellikle zaman açısından en avantajlı rota olan İç Anadolu rotasını seçtim. 

(Gezi rotası)
1.GÜN
Yola çıkmadan önceki gece doğru düzgün uyuduğumu söyleyemem. Bütün yolculuklarım öncesi de böyle olur zaten. Sabah 05,00 te uyanıyorum. Hızlıca giyinip evden çıkıyorum. Tüm hazıklıkları önceden yapmıştım. Motoru çalıştırıp yola çıkıyorum. Saat 05:30'u gösteriyordu. 
Hava koyu mavi yer yer koyu gri bulut öbekleri  var . Hava durumunda rotam üzerinde yağış olabileceğini öğrenmiştim. Aşırı sıcak olmasın da, bütün gün yağmur yemeye razıyım. Yolculuğun benim için huzurlu anlarından biridir, sabahın erken saatlerinde mavimsi gök yüzünü izleyerek yol almak. Yıllardır hemen hemen aynı saatlerde çıkıyorum yola ama hiç durup  gökyüzünü fotoğraflamadım. Bazı anların fotoğraflanması belki büyüsünü bozabilir. Yada hislerimi anlatamayabilir düşüncesindeyim.
Dilovası'nda Ömer ile buluşup vakit kaybetmeden yola devam ediyoruz. Hava giderek bulutlanıyor. Yer yer güneşin ilk ışıkları görünüyor. Sakarya yakınlarında bir çorbacıda kahvaltı molası verip yola devam ediyoruz.
Kahvaltıdan sonra Ömer, benim scooterin arka tekerleğine yağ bulaştığını fark ediyor. Motorun sağını solunu kontrol ettiğimde yağ çubuğunun etrafından sıçradığını fark ediyorum. Bir önceki gün yağ seviyesini kontrol etmiştim, normalde bu konularda çok hassasım ama yağ çubuğunu doğru bir şekilde takmadığımı fark ettim. En yakın petrolde zorunlu bir mola verip lastiğe ve sağa sola bulaşan yağı yağ sökücü deterjan ve su ile yıkıyorum. Yağ seviyesini kontrol ettiğimde pek bir eksilme yoktu ama gene de yedekte taşıdığım yağdan çok az ekliyorum. 


Bir saat  kadar zaman kaybetmiş olsak ta  sorunu büyümeden çözdüğümüz için keyfimiz yerinde.
Rotamızı Bilecik-Eskişehir yönüne çevirip hızla yola koyuluyoruz. Sakarya dan Bilecik yoluna girdiğimizde dağ ve orman manzarası ile bütün endişelerim kayboluyor. Kaskın içinde kahkaha ile gülüyorum. Bir kaç yerde durup fotoğraf çekiyoruz.

Saat ilerledikçe sıcaklık yükseliyor. Pek rahatsız ettiğini söyleyemem. Bozüyük ve Bilecik'i geçip Eskişehir'e varıyoruz. Burada  mola verip rotamızı gözden geçiriyoruz.
2019 da Göller yöresine yaptığımız seyahatte Eskişehir' den  Seyitgazi yönüne devam edip Yazılıkaya civarını gezmiştik. Bu sefer, hem biraz yolu değiştirmek hem de İscehisar civarındaki  peribacalarını  görüp Afyon'a geçmeye karar verdik.
Yolumuzu Emirdağ'a doğru çevirip yola koyulduk. Eskişehir coğrafi anlamda eşik gibidir. Eskişehir den devam edince olabildiğince düz bozkırlar karşılıyor bizi. Evet şimdi İç Anadolu coğrafyasına giriş yaptığımızı görüyoruz. Sarı tonların hakim olduğu geniş bozkırlar uzanıyor. Daha ileride ise dağ siluetleri yükseliyor. Durup fotoğraf çekiyoruz. Benim için büyüleyici bir manzara.
Öğle saatleri geride kalınca iyice yorulup acıkmaya başladık. Yol kenarında ağaç gölgesi, çeşme park gibi bir yer görürüz umudu ile sürmeye devam ettik. İç Anadolu yollarında en az rastladığımız  şey gölge ve çeşme olduğunu söyleyebilirim.  Tabi bu coğrafyanın özelliklerini düşündüğümüzde şaşırmamak gerekir.
Emirgazi'yi geçip Bayat'a yaklaştığımızda dinlenebilecek bir gölge bulduk nihayet. 1 saat kadar dinleniyoruz. Demlediğimiz çay yorgunluğumuzu alıyor. Çayla birlikte bir şeyler atıştırıp karnımızı doyuruyoruz. Sanırım burada kulaklık tıkaçlarını düşürdüm. Bu moladan sonra bulamadım. Yolculukta en çok ihtiyaç duyduğum malzemelerimden birini böylece kaybettim.

Yola çıkıp İscehisar'a yaklaştıkça tekdüze devam eden manzaramız bir anda değişti. Dağ manzarası, şapkasız peri bacaları ve volkanik arazide oluşmuş çeşitli ilginç kaya grupları bizi karşıladı. Zaten rotayı yaparken İscehisar'ı rotaya eklememin nedeni bu volkanik araziydi. Volkan tüfü üzerinde oluşmuş bu ilginç şekilleri daha iyi görebilmek için ana yoldan ayrılıp köy yollarına dalıyoruz. Bu dakikalarda yolculuk o kadar anlamlı ki.

Akşam saatleri yaklaşıyor ve bizim kamp yapmak için uygun bir yer bulmamız gerekiyor. 70 km gibi bir mesafede Emre Gölü var. Göl etrafında kamp yapabileceğimizi düşüyorum. Emre gölü Afyon İhsaniye de. Yolumuzun bundan sonraki kısmında pek durmuyoruz. Kamp yeri bulmak için fazla geç kalmak istemiyorum. Afyon merkezi geçtikten sonra rüzgar şiddetini arttırdı ve gün boyu yer yer gördüğümüz yağmur bulutları hafif hafif atmaya başladı. Yağmurluk giymeyi düşünüyordum ki tekrardan kesildi.
İhsaniye'den sonra Emre gölüne 16 km var. Frig Vadisinin bir bölümünden geçen bu yol çok keyifli. Daha yolun başında ilginç kaya örnekleri ve bunlar üzerindeki tarihi izler karşılıyor bizi.

Yola çıkıp bir kaç km yol aldıktan sonra yağmur tekrardan başladı, yol kenarında bir kayanın dibinde mola verdik. Yağmur durmazsa yağmurluk giyeriz diyoruz. Nedense yağmurluk giymek için acayip üşeniyorum.

Bulunduğumuz yer hoşuma gidiyor. Eğer Emre Gölünde uygun kamp yeri bulamazsak bulunduğumuz yer iyi bir kamp alanı olabilir diyoruz. Özellikle bulunduğumuz kaya dibi olası bir yağmurda bize korunaklı bir yer sağlamış olurdu. 
Kısa bir sürüşten sonra Emre Gölüne varıyoruz. Etrafındaki kaya gurupları ile güzel bir manzarası var. Emre gölü bir baraj gölü olup ismini hemen yanındaki Yunus Emre Tekkesinden almaktadır.

Emre gölünde biraz vakit geçirdikten sonra burada kamp yapmak istemiyoruz. Ve daha önce belirlediğimiz yere 10 dakikalık bir sürüşten sonra varıyoruz. Yoldan görünmeyecek bir noktada çadır kuracağımız yeri belirleyip çadırlarımızı kuruyoruz. Yanımızda yeterince su ve yiyecek var. Önceden hazırlıklı olduğumuz için keyifliyim. Yemek hazırlarken karanlık çöküyor. Uzun zamandır görmediğim zifiri bir karanlık var. Şehirlerde böyle bir karanlık görmek mümkün değil. Hani gecelerimiz bile gece değil.
Yemek, çay ve muhabbet faslı derken saatlerde ilerliyor. Çadıra geçtikten kısa bir süre sonra uyuya kalıyorum.
2. GÜN
Sabah 5 te  uyanıyorum ve hemen başımı çadırdan çıkarıyorum, hava ağarmak üzere, ay hala tepemizde ışıldıyor.

Güneş ortalığı ısıtmadan önce toparlanıyoruz. Böyle spontane belirlenmiş kampı, kamping alanları ve kamp işletmelerinden daha çok seviyorum. Oldum olası kamping işletmelerini sevemedim. Bu kampımız gezinin tek kampı oldu. İleriki  günlerde niyetlensek te kamp yapamadık. Ama bu kampı ömrümce unutmayacağım. 
Kamp yerinden 7:30 gibi ayrılıyoruz. İhsaniye'yi geçtikten sonra yakıtları tamamlayıp Afyon merkeze varıyoruz. Gözümüze kestirdiğimiz bir mekanda kahvaltı yapıyoruz. Kahvaltı deyince, benim yoluculuklarda biricik kahvaltı tercihim çorbadır. Sabah çorba ile başlamak beni iyi hissettiriyor.  Yıllarca bol bol otobüs yolculuğu yaptım, sanırım o günlerden kalma bir alışkanlık. 

Bugün amacımız Konya' ya ulaşmak. 200 km den biraz fazla yolumuz var ve yol üzerinde uğramayı düşündüğümüz pek bir yer yok. Konya' da bir arkadaşımız var akşam onun misafiriyiz. 
 Yola çıkıyoruz ama pek acele etmiyoruz. Bugün vaktimiz bol. Akşehir'e yaklaştıkça sarı tarlalar arasından geçen yolumuz daha da keyifli olmaya başlıyor. Akşehir'e gelmeden önce solumuzda yükselen Emirdağ'ı görüyoruz. Akşehir'i geçtikten sonra iyice yaklaştığımız ve sağımızda kalan Sultan dağlarını izliyoruz. Sultan dağları Batı Torosların uzantısıdır ve kıvrım dağlarımızdan biridir. 

Öğleden sonra geçtiğimiz yolun yakınında Ilgın(Çavuşçu) Gölü olduğunu haritadan gördüm. Geçerken görelim diye yolumuzu göle çeviriyoruz. Kısa bir sürüşten sonra göle ulaşıyoruz. Ilgın gölü ülkemizde yaygın olarak görülen tektonik göllerden biridir. Bu doğal göl su kontrolü ve sulama için yapılan setler ile baraj gölüne dönüşmüştür. Biz gördüğümüzde göl suları önemli ölçüde çekilmişti. Bir kaç fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz.
Konya'ya yaklaştıkça sıcaklık artıyor ve biz sık sık mola veriyoruz. Azda olsa bir gölge bulduğumuzda oracıkta durup soluklanıyoruz. 

2 gündür nispeten sakin ve alabildiğince düz uzanan yollarda sürüş yaptık. Konya'ya varınca bir anda kendimizi İstanbul benzeri bir trafikte buluyoruz. İstanbul trafiği beni daha az ürkütmüştür. Konya trafiği bana daha kontrolsüz geldi. Motoru temkinli sürerek arkadaşımızın verdiği konuma ulaşıyoruz. 
Gece kalacağımız yere yerleşip, kıyafetlerimizi değiştiriyoruz. Bizi ağırlayan  Ahmet ile buluşup Konya merkezde yürüyerek keşfe çıkıyoruz. Ahmet bize rehberlik yapıyor.
Başta Mevlana olmak üzere bir çok tarihi cami, medrese, kümbet gördük. Konya'nın tarihi dokusunun hüküm sürdüğü eski çarşılarını dolaştık. Selçuklu mimarisinin güzel örneklerini gördük. Cumhuriyet döneminde yapılmış bazı binaların banka yada kamu kurumu olarak kullanılması hoşuma gitti. Günümüzün zevksiz mimarisine göre hoş bir seyir zevki var.
Maalesef artık şehirlerin bir kaç turistik çarşısı dışında kimlik mimarisi korunmuyor.   


 Konya'nın sokak ve caddelerinde epeyce gezinip yorulduktan sonra yemek yiyip konaklayacağımız yere döndük. Gün boyu sürüş akşam üstü bolca yürüyüş beni yordu. Uyumadan önce bir sonraki günün rotasını gözden geçirip notlar alıyorum ve hazırlıklarımı tamamlıyorum. Ömer Ahmet ile bir miktar daha vakit geçiriyor. Yorucu günün ardından uyumak gibisi yok.

Bizi Konya'da hem misafir eden hem de bize rehberlik yapan  Ahmet'e konukseverliğinden ötürü teşekkür ediyorum. Onun vesilesi ile güzel bir akşam üstü geçirdik. Kendisi ile Gebze' de buluşmak üzere vedalaştık.
3.GÜN 
Sabah erkenden uyanıp hızlıca hazırlanıp tekrardan yola çıkıyoruz. Sabahın erken saatlerinden bile yoğun trafik var. Konya merkezden biraz uzaklaştıktan sonra yakıtları tamamlayıp kahvaltı yapıyoruz.  
Yönümüzü Karapınar'a doğru çeviriyoruz. Türkiye'nin en kurak bölgelerinden biri olan Karapınar da bulunan Meke Gölü en çok görmek istediğim yerlerden biri. Tabi yol üzerinde ilk yerleşme kalıntılarından biri olan Çatalhöyük'ü görmeden geçmek istemiyorum.
Bir süre anayoldan devam ettikten sonra, Çatalhöyük tabelasını görüp yoldan sapıyoruz. Bizi büyük ayçiçeği tarlaları karşılıyor. Sadece Konya da değil, İç Anadolu'nun neredeyse tamamında ayçiçeği, mısır gibi ürünlerin tarımı epeyce artmış. Konya, ayçiçeği üretiminde Tekirdağ dan sonra ikinci sırada. Ayçiçeği, buğday ve arpa gibi kuru tarım ürünlerinden daha karlı olduğu için tercih ediliyor. Fakat su ihtiyacı daha fazla olduğu için uzun vadede çok ciddi ekolojik ve ekonomik sorunlara yol açabilir. Son yıllarda özellikle Konya da taban suyu seviyesinin çok düştüğü, bir çok gölün ve sulak alanın kuruduğu yada kurumaya yüz tuttuğu bilinmektedir. Küresel iklim değişimi nedeniyle artan kuraklık ile birlikte özellikle İç Anadolu da yanlış tarım uygulamaları ve yanlış sulama nedeniyle ekolojik sorunlar yaşanmaktır. Eber gölü, Akşehir gölü can çekişiyor, Meke gölü kurudu. Son günlerde Tuz gölünde flamingo ölümleri ile ekolojik dengenin hassas oluşunu acı bir şekilde gösterdi.

Köy yollarında kısa bir sürüşten sonra Çatalhöyük ören yerine geldik. Arkeolojik alanda 2 büyük kazı alanı var. Alanın girişinde dönemin ev modelleri yapılmış. Bunların dışında kazı alanında bulunan çeşitli malzemelerin taklitlerinin sergilendiği müze var. Öncelikle ana kazı alanlarını ziyaret ettik. Yaklaşık 9.000 yıl önce neolitik dönemde yaşamış Çatalhöyük insanın yaşam alanına baktık. Kazılardan yapıların bir biri ile bitişik kompleksler olduğu anlaşılıyor.
Unesco dünya miras listesinde yer alan Çatalhöyük, dünyadaki ilk yerleşik toplumsal yaşamın başladığı yerlerden biridir. Kazı alanın yakınındaki müzede dönemin toplumsal yaşamı, sanat, üretim ve inanç gibi özellikleri hakkında doyurucu bilgiler edinip oradan ayrıldık.

Çatalhöyük'ten ayrılıp yola koyuluyoruz. 1 saate yakın sürüşten sonra Karapınar'a yakın bir tesiste mola veriyoruz. Karnımızı doyurup bir süre dinleniyoruz. Toparlanıp tekrar yola çıkacaktık ki motosikletim çalışmadı. Bir kaç kez denedim çalışmadı. İlk aklıma gelen akü kutup başlarını kontrol etmek oldu. Kutup başlarında sorun görünmüyordu ama gene de söküp temizleyerek yerine taktım. Motor ilk marşta çalıştı. Sorunu çözdüğümü düşünüp yola devam ediyoruz. Karapınar merkezine geldiğimizde yol tarifi için durduk. Motor tekrar çalışmadı.  Endişelenmeye başladım. Mecburi mola verip bu sefer buji ve buji kablosunu kontrol ettim. Beş dakika durduktan  sonra bir daha denedim. Motor bir iki marştan sonra çalıştı. Buji kablosundandır deyip yola devam ettik. Karapınar dan Meke Gölüne giden yola saptık. Karapınar'a yaklaştığımızda çok kurak bir bölgeye girdiğimizi anlamıştım. Meke Gölüne yaklaştıkça çölden geçiyoruz hissine kapıldım. Çölün orasında dümdüz bir yol. Motosiklet ile ilgili endişelerim gitti. Benim için müthiş bir atmosfer.
Yol üzerinde manzara izleyip fotoğraf çektikten sonra nihayet Meke Gölüne vardık. Meke Gölü, volkanik patlamalar ile oluşan krater içerisinde zamanla gaz patlamaları ile ikinci bir koni oluşur. Bu özelliği ile Meke, maar gölü sınıfındadır. Volkanik faaliyetlerin oluşturduğu nadide örneklerden biridir. Geldiğimde, bildiğim üzere su neredeyse tamamen kurumuştu. Maalesef bölgedeki yanlış su kullanımı nedeniyle bu harikayı da kaybettik. Keşke ihtişamlı günlerine tanık olabilseydim. Gene de Meke ile buluşmak gezimin en güzel anıydı. Coğrafyacı olmam nedeni ile bu göle karşı vefa borcum var. 

Meke Gölünden ayrılıp yola çıktık. Anayola bağlandığımız noktada rota kontrolü için durduğumuzda motorum tekrar çalışmadı. Moralimi bozmadan olası senaryoları düşünmeye başladım. Motorun arızasının ne olabileceği konusunu düşündük. Motorlarımızdan ikisi de aynı olduğu için aküleri değiştirip tekrar denedik bu sefer çalıştı. Sorunun aküden olduğunu düşünmeye başladık ama Ömer'in motoru benim akü ile sorunsuz çalıştığı için sorunun akü olma ihtimali kalmadı. Şu ana kadar anladığım şey ilk çalışmada sorun var ama motor hareket ettikten sonra hiç bir sorun yok. Bu durumda benzin alıncaya kadar motoru durdurmamaya karar verdim. 
Yol üzerinde Ömer'in itirazlarına rağmen yakındaki Acıgöl'ü görmek istiyorum. Anayoldan kısa bir süre sapıp göl kenarına geldik. Muhteşem görünüyor. Yapısal olarak Meke Gölünün kardeşi sayılır. Bir krater gölü. Bir çok volkanik gölde olduğu gibi suda magnezyum ve sülfat olduğu için suları acı ve tuzludur. Maalesef bu gölde, bölgedeki taban suyu çekilmelerinden nasibini alıyor. Kuruma riski altındadır. Etrafında oturup uzun uzun soluklanmak isterdim ama motoru stop etmekten korktuğum için bir kaç fotoğraf çekip ayrılıyoruz. 

Bu noktadan sonra motoru hiç durdurmadan Niğde'ye doğru sürüyoruz. Yolun bir noktasında mecburi yakıt molası veriyoruz. Durduğumuz petrolde motorun çalışmama sorunu devam ediyor. Motorun sağını solunu kontrol edip olası sorun ihtimallerini düşünüyorum. Marşa basarken gidonun alt tarafındaki kablolara dokunduğumda motor düzgün çalıştı. Biraz oynatınca stop etti. Nihayet sorunu bulduk. Sorun gidonun altındaki soketlerde olduğunu tespit ettiğimizde çok mutlu olduk. Tabi soketleri kontrol etmek hiç kolay değil. Grenajın sökülmesi gerekiyor. Avadanlığı alıp sökmeye başladım ama Pcx'in ön tarafını sökmek için kuyruktan başlayıp öne doğru gelmem gerektiğini anladım. Tüm kaporta birbirine bağlı ve bağımsız sökülmüyor. Söktüğüm kısımları tekrar topladım. El yordamıyla soketleri bir bir oynatıp yerlerine oturttum. Bu işlemden sonra motor sorunsuz çalıştı. Sorunun kaynağını tespit ettiğim için çok rahatladım. Gerekirse ertesi gün tüm grenajı sökebilirdim. 
Bu son kontrolden sonra gezi boyunca motorum hiç sorun çıkarmadı.

Bu gün ki planımızda saat 16:00 gibi Niğde den geçip Kapuzbaşı şelalesine gitmek ve orada kamp yapmak vardı. Yolda sorun yüzünden epeyce vakit kaybettik. Saat 18:00'i geçiyordu ve biz henüz Niğde'ye ulaşmamıştık. Planı değiştirip geceyi Niğde de geçirmeye karar verdik.
Ereğli den sonra mola vermeden yola devam ettik. Akşama doğru eğik gelen güneş ışınları ile birlikte sarı tarlalar ve bozkır üzerinde muhteşem manzaralara tanıklık ettim. Hem yorgunluk hem de saatin geç olması nedeniyle durup fotoğraf çekmedim. Sadece aksiyon kamerasını açıp video kaydı yaptım. 
Niğde'ye yaklaşırken yolun son 30-40 km'lik kısmı biraz ürkütücüydü. Otoban kalitesinde düz ama gidiş-gelişli tek şeritli yol.  Araçlar çok dengesiz sollamaya çıkıyordu. Bu yol motosiklet ile değil normal araçlar için bile çok riskli. Yol hızlı gitmeye müsait, azıcık yavaş giden araçlara asla tahammül edilmiyor. Haliyle hatalı sollamalar başlıyor. Özellikle karşıdan gelen kamyonun arkasından bir otomobil aniden çıkabiliyor. Bu tip bir yolun mutlaka çift şeritli olması gerekiyor. 
Saat akşam sekiz gibi konaklayacağımız otele geldik. Burası Üniversite uygulama oteli. Eski bir konak, otele dönüştürülmüş. Tarihi dokusu korunmuş. Hoşumuza gitti. 

Niğde Üniversitesi Uygulama Oteli
Otele yerleştikten sonra şehrin işlek ve yoğun olan ana caddesine çıkıyoruz. Biraz gezdikten sonra akşam yemeği yiyip, fazla oyalanmadan otele dönüyoruz. Günü değerlendirip notlar alıyorum. Ertesi gün için rotayı netleştirip bir kaç araştırma yaptıktan sonra yatağa uzanıyorum. Ne kadar yorulduğumu yatağa uzandığımda  anlıyorum.
4.GÜN
Sabah hazırlanıp yola çıktığımızda saat 7:00 gibiydi. Gece kaldığımız uygulama oteli hoşuma gitti. Ayrılmadan önce fotoğraf çekiyorum. Buralara gene yolum düşerse konaklamak için aklımda olacaktır.

Sabahın erken saatinde Niğde caddelerinden usulca ayrılırken, hava bulutluydu. Dağların tepelerinden yamaçlarına doğru ince bir sis inmişti. Daha önce 3 yıl bulunduğum Karlıova da bu manzaraya aşinaydım. Bu sabah ki manzara bir dost ile buluşmak gibiydi. Durup fotoğraf çekmiyorum. Manzarayı izleye izleye yola devam ediyorum. 
Nuri Bilge Ceylan'ın en iyi filmlerinden biri olan Bir Zamanlar Anadolu'dan bir sahne geliyor aklıma. Filmde, sabahın erken saatinde şehre dönen ekibin bozkırda, geniş kadrajda çekilen sahnesi var. Filmin en sevdiğim sahnelerinden biridir. Bu sabah tanık olduğum manzarayı ancak bu film tercüme edebilir. Bir zamanlar Karlıova da, son baharları böyle günlere uyanıyordum.
Kayseri ye yaklaştığımızda hava açıldı, güneş kendini göstermeye başladı. Yahyalı tabelasını görüp yola sapınca solumuzda puslu hava içerisinde Erciyes Dağını görüyorum. Türkiye'nin önemli volkanik dağlarından biri olan Erciyes ile ilk karşılaşmamız böyle oldu.
Erciyes'i bir süre izledikten sonra Yahyalı'ya kadar durmadan devam ediyoruz. Yahyalı'da yakıtları tamamlıyoruz. Kahvaltılık öteberi alıp bagajımıza ekliyoruz. Manavda gördüğüm elmalar dikkatimi çekiyor. Bir kaç tane alıyorum. Yahyalı'nın kendi elmasıymış. Yolda elmaları yediğimde,  çocukluğumuzda komşu bahçeden aşırdığımız elmaların tadını hatırladım. Keşke daha fazla alsaydım.
Şimdi Aladağlara doğru devam ediyoruz. Yolumuzun yükseltisi sürekli artıyor. Dağların yamaçlarından tırmanan yolu kat ettikçe geniş bir manzaraya tanık oluyoruz. Yükseldikçe rüzgar şiddetini arttırıyor. Hakim tepeler üzerinde rüzgar türbinleri dikkatimi çekiyor. 

Rüzgar tribünlerine iyice yaklaştığımız noktada Aladağlar Milli Parkına giriş yapmış olduk. Bu noktadan sonra tekrardan inişe geçmeye başladık. Bir kaç köy geçtikten sonra Aladağlar içerisinde dik yamaçlı vadilerden geçtik. Şose yolda epeyce mıcır vardı ve yer yer yamaçlardan taşlar dökülmüştü yola. Temkinli ama heyecanlı bir şekilde yola devam ediyoruz.

Kapuzbaşı'na yaklaştığımız bir noktada Zamantı nehrini görüyorum. Masmavi rengi ile çok dikkat çekici görünüyor.Bu harika renkleri Ayder yaylasına çıkarken görmüştüm. Zamantı'nın suları Göksu ırmağı ile birleşip Seyhan nehrini oluşturmaktadır. 
Bol virajlı bir yolun sonunda şelale bölgesine ulaştık. Giriş ücretini ödeyip Kapuzbaşı şelalesine giriş yapıyoruz. Vadi içerinde irili ufaklı bir gurup şelaleden  oluşan sular, kaynağını Aladağların yüksek kesimlerinde eriyen karlardan almaktadır. Buradaki şelale, Suyun düşme irtifası bakımından dünyanın ikinci yüksek şelalesi olarak bilinmektedir.
Şelaleler bölgesinde gezinip bol bol fotoğraf çekiyoruz. 
Yeterince vakit geçirdikten sonra oradan ayrılıyoruz. Saatler öğleye yaklaşıyor ve biz daha kahvaltı yapmamışız. Dönüş yolunda dere kenarında bir gölgede kahvaltı molası veriyoruz. Bir yandan derede oynayan balıkları izliyoruz bir yandan da elimizdeki ekmeklerden balıklara atıyoruz. Su kenarında dinlenip kahvaltı yapmak enerjimizi yükseltiyor. 
Öğle saatlerinde tekrardan yola düştük. Bol rüzgarlı sürüşten sonra Niğde-Kayseri yoluna bağlandık. Yolumuz üzerinde Sultan Sazlığı vardı. Hem kuşların yoğun olduğu mevsim değil hem de rüzgar bizi epeyce yordu ve daha gidecek yolumuz vardı. Sultan Sazlığına uğramadan geçtik. Bu günden sonra gezimiz hep rüzgarlı geçti. Yeşilhisar denilen yerde mola veriyoruz. Bu gün Nevşehir' de kalmayı planlıyoruz. Nevşehir Öğretmen evine rezervasyon yapıyorum.  Planımızda Kayseri üzerinden Ürgüp ve Göreme'ye geçmek vardı. Nevşehir merkezde kalacak yer ayarladığımız için en kestirme yoldan Nevşehir'e geçmek daha mantıklı görünüyordu. 
Yola devam ettiğimizde daha ilk kilometrelerde harika manzaralar bizi karşıladı. Anayollardan ayrıldığımız için çok mutlu oldum. Fotoğraf çekmek için durduğumuzda ağzımız kulaklarımızdaydı.
Volkanik topografyanın kimliği olan volkan konilerini, keskin kenarlı- tabakalı tepeler ve yer yer oluşum aşamasında yada erime aşamasındaki peribacalarına tanık oluyorum. 

Nevşehir'e varmadan önce Derinkuyu ilçesinden geçiyoruz. Derinkuyu isimi burada yer alan oldukça büyük bir kompleks olan yer altı şehrinden alıyor. Erken dönem Hristiyanlık  şehirlerinden biridir. Buraya uğramadan yolumuza devam ediyoruz.  Bir an önce kendimizi Nevşehir'e atmak istiyoruz. Yeraltı şehrine uğramamızın tek nedeni vakit değil. İleride buna değineceğim.
          Derinkuyu ilçesi
Saat 16:30 gibi Nevşehir'e ulaşıyoruz. Hiç şaşırmadığım son derece karmaşık ve yoğun trafiğin arasından sıyrılıp kalacağımız Öğretmenevine varıyoruz. Burayı çok beğenmesem de gece başımızı sokacak yer dışında beklentim yok. Kısa bir süre dinlenip, kıyafetlerimizi değiştiriyoruz. Eşyalarımızı odamızda bırakıp dışarı çıkıyoruz. Önce karnımızı doyurup sonra Ürgüp ve Göreme'ye doğru yola çıkıyoruz. Güneş batmadan önce yaklaşık 3 saatimiz var. 
Kısa bir yolculuktan sonra Uçhisar'a ulaşıyoruz.  Peribacaları coğrafyasın kalbine giriş yapıtımızda aynı zamanda turistik( belki de biraz turistik kirlilik) bir yerde olgumuzu anlayıverdik. Kaç gündür hep tenhada gezindik diyebilirim.

Uçhisar kalesinin dibinde durup günbatımını izlemek için yukarı çıkıp çıkmayacağımızı değerlendirdik. Akşama doğru kalede yoğunlaşmanın başladığını gördüm pek hoşuma gitmedi. Göreme de biraz sokakları dolaştık. Bölgenin doğallığını yansıtmadığını düşündüğüm için kısa bir gezintiden sonra oradan ayrıldık.
Çavuşin'e doğru ilerlerken yol üzerinde aradığım peribacası coğrafyası ile karşılaşıyoruz. Şapkalı peribacalarını yakından gördüğümde durup sarılmak istedim. Peri bacaları volkanik tüf(kül) üzerinde sular tarafından oluşturulan şekillerdir. Volkanik patlamalar sırasında yoğun bir kül diğer adıyla tüf çıkar. Çıkan tüfler volkanın etrafında yığılarak kalın tabakalar oluşturur. Tabi volkanlar sadece tüf çıkarmaz. Genellikle tüften sonra lavlar akmaya başlar. Lavlar tüfün üzerini kaplar. Soğuyan lavlar bazalt tabakalarını oluşturur. Artık peribacası için ortam hazırdır. Zaman içerinde yağmur suları bu bazalt ve tüf tabalarını aşındır. Özellikle üzerinde şapka dediğimiz bazalt kayası olan bölümler ayakta kalır. Diğerleri su tarafından aşındırılır. İşte peribacası böyle oluşur. Üzerinde şapka olmayan bacaları daha hızlı aşınır ve ortadan kalkar.  Üzerinde şapka olan bacalar ise aşınmaya karşı daha dirençlidir. İşin sırrı şapkada yani. 
Peribacaları ve çevresinde oyulmuş çok fazla tarihi yerleşim var. Bazıları günümüzde de kullanılıyor. Türkiye'nin ve dünyanın başka yerlerinde peri bacaları var. Kapadokya bölgesini ön plana çıkması da peribacalarının iyi örnekleri yanı sıra tarihi önemi de etkili olmuştur. Kapadokya, özellikler erken dönem Hristiyanlık inancının en önemli bölgelerinden  biridir. Burada coğrafya ve kültür iç içe geçmiştir. Bura da kayaların bu kadar oyulması tesadüfü değildir. Volkan tüfü oyulup şekillendirmeye çok uygun yumuşak bir kaya türüdür. Sıkışmış küldür nihayetinde. 
Peribacalarını yakından inceledikten sonra bölgeye hakim bir tepeyi gözümüze kestirip oraya tırmanıyoruz. 
Tepeye tırmandığımızda güneşin batmasına bir saatten fazla zaman vardı. Bulunduğumuz yer itibariyle geniş bir çevreyi izleme imkanımız oldu. Güneş ışınları eğik geldiği için sıcak ve doygun renkler hakimdi. Bulunduğumuz nokta bize yetiyor. Güneş batana kadar yerimizi terk etmiyoruz. Doya doya manzara izleyip ortam üzerine değerlendirmeler yapıyoruz. Kapadokya da görülecek çok yer var. Doğrusu birbirinden çok farklı değiller. Deliler gibi oradan oraya koşma şeklinde turistik endişelerim yok. Her şey bir dost ile oturup sohbet eder gibiydi.
Güneşte battıktan sonra bulunduğumuz tepeyi terk ediyoruz. Bir daha gelirsem buralar bu tepede kamp yapmalıyız diyoruz. Kumlu bir patikadan inip motorlarımızın başına geliyoruz. Karanlık tamamen çökünce Öğretmenevi 'ne dönüyoruz. Yolculuğumuzun rutini olan temizlik, cihazları şarja takmak, ertesi gün planı ve not alma işlerini yapıp yatıyoruz. 
5.GÜN
Kahvaltıdan sonra motorlarımızı hazırlayıp yola çıktık. hava serin azda olsa üşüyorum. Şehir merkezinden yeterince uzaklaştıktan sonra benzinlikte mola verip yakıtlarımız tamamladık.
Kahve içince ısınıp kendime geliyorum. Bu gün Aksaray üzerinden Tuz gölüne kadar gitmeyi planlıyoruz. Aksaray'a geçmeden önce rotamız üzerinde Ihlara vadisinde görmeyi düşünüyoruz. 

Kısa moladan sonra Ihlara ya doğru yola düşüyoruz. Harika manzaralar eşliğinde yolumuz devam ediyor. Sarı tarlalar arasından uzanan  ve bizi Hasan Dağin eteklerine götüren yollar. Bir kaç gündür bu manzaraya aşinayız ama bu gün başka bir şey var. Mavi gök yüzünü öbek öbek kaplayan bulutlar tamamlıyor manzarayı. Bulutlar olmadan manzaralar tekdüze kalır.
Bir kaç yıl önce Bulut Gözlemcisinin Rehberi isimli bir kitap okumuştum. Kitabın girişinde yer alan manifestoda şöyle bir cümle vardı:
Yukarı bakın, oradaki gelip geçici güzellikten haz duyun ve başınız bulutlarda yaşayın.
Ihlara vadisinin girişine gelmeden önce yol üzerinde vadiyi gördüğümüz bir noktada durup fotoğraf çekiyoruz. Durmamızın nedeni daha önce tecrübe ettiğim bazı deneyimlerden kaynaklanıyor. Gerçekten bazı yerlerin en güzel manzarası herkesin girip çıktığı yerde  olmayabiliyor. 
Vadinin girişine gelip bilet alıp vadiye doğru iniyoruz. 300 civarı basamak var. aşağı iniş  epey zahmetli. Asıl düşündüğüm bunun geri çıkışı. Kan ter içinde  vadinin içine iniyoruz. Biraz soluklanıp etrafı incelemeye başlıyoruz. 
Dik yamaçlı kanyon 13-14 km uzunlukta ve içerisinde Melendiz çayı akıyor.
Vadinin yamaçlarında bir çok kilise ve yapı bulunuyor. Tarihi anlamda önemli bir yer. Vadini  girişindeki kiliseyi inceliyoruz. Tavandaki freskler hala korunmuş durumda. 
Vadinin tamamını gezmek gibi bir niyetim yok. Bütün günü burada geçirseydim trekking için güzel bir rota olurdu. Buraları ayrıntılı gezmek için özellikle erken dönem Hristiyanlık, roma tarihi gibi tarih konularıyla ilgilenmek gerekiyor. Gezi boyunca tarihi yerleri fazlaca gezmedim.  Son yıllardaki gezilerimde bilinçli bir tercih olarak belli rotaları tamamlayıp rota üzerindeki coğrafi oluşumlar görmek istiyorum. Türkiye'nin genel rotalarını tamamlayabilirsem daha sonra, üzerine çalıştığım alanlarda, tematik konular belirleyerek ayrıntılı gezebilirim.  
Bir süre dinlendikten sonra vadiden ayrılıp yola koyulduk. Ihlara vadisin bitiş noktasında yer alan Selime Katedrali yanından geçerken durup fotoğraf çekiyoruz. Yolumuz uzun fazla oyalanmamak lazım.
Yol üzerinde öğle yemeği yedikten sonra hareket ediyoruz. Aksaray'a uğramadan Tuz gölüne doğru yol alıyoruz. Son üç gün sürekli rüzgar vardı. Özellikle öğleden sonra şiddetini artıyor. Bu günde Aksaray dan sonra rüzgar şiddeti fazlaydı. Kulak tıkaçlarımı kaybettiğim için rüzgar beni fazlasıyla yoruyor. Kısa molalar dışında durmuyoruz. 
Şereflikoçhisar'a yaklaştığımızda solumuzda,  beyaz, puslu ve yer yer pembeye yakın renklerle Tuz gölü göründü. Türkiye'nin yüzey alanı olarak Van gölünden sonra ikinci büyük gölü Tuz Gölüdür. Göl derinliği bir metreyi pek geçmez. Yaz aylarında su daha da azalır. Bölgede yanlış su kullanımı ve kuraklık nedeniyle göl tehdit altındadır. Son günlerde göldeki flamingo ölümleri, gölün de ölmeye başladığını gösteriyor. Ekosistem hassas dengeler üzerine kuruludur. 
Şereflikoçhisar'ı geçtikten sonra  sonra saat15.00 gibi Tuz gölü giriş tesislerine varıyoruz. Maalesef bir tesis içerisinden geçerek göl alanına ulaşıyoruz. Hiç anlam veremiyorum, neden bir doğal ortama tesis içerisinden geçilerek girilir. Aynı durumu bir kaç yıl önce Trabzon Sera gölü girişinde de görmüştüm.
Bir kaç su birikintisi dışında bulunduğumuz noktada göl suları kurumuş. Tuz tabakası üzerinde bir süre geziniyoruz. Gözümüzün eriştiği ufka kadar her yer beyaz ve gri. Bir süre bu derin beyaz-gri boşluğu ve üzerindeki insan siluetlerini izliyoruz. 
Güneş rahatsız ettiği için fazla durmuyoruz. Benim gezi planında son uğrayacağım yer burasıydı. Akşam kalacak yer için bir iki araştırma yaptıktan sonra Beypazarı'na gitmeye karar veriyoruz. Uzun zamandır aklımda olan bir yerdi. Otel rezervasyonu yaptıktan sonra yola devam ediyoruz. 
Ankara Gölbaşı'na ulaştığımızda yol kenarında Mogan gölünü görüyoruz. Mogan gölü Alüvyon set göllerimizden biridir. Fazla vaktimiz olmadığından burada durmuyoruz. Gölbaşından itibaren çevre yolunu takip ediyoruz. Sincan'dan geçerken güneş batmak üzereydi.
Kısa bir süre sonra karanlık çöktü. Mecbur kalmadığım sürece gece yolculuğunu tercih etmiyorum ama Pcx' lerin aydınlatması  gayet iyi. Karanlıkta sorun yaşamıyoruz.  
Akşam 21:30 da Beypazarı'na ulaşıyoruz. Kalacağımız oteli bulup yerleşiyoruz. Bu gün 500 km'ye yakın yol yaptık. Öğle saatleri itibariyle maruz kaldığımız rüzgar bizi epeyce hırpaladı.
6.GÜN
Bu gün yolculuğumuzun son günü. Vaktimiz olduğu için acele etmiyoruz. Kahvaltıdan sonra toparlanıp otelden ayrılıyoruz. İpekyolu Konağı Otelinin otantik ortamını ve bize olan yaklaşımlarını beğendim. Yolum tekrar düşerse konaklama için gene düşünürüm.
Sabah saatleri Beypazarı sokakları oldukça sakin. Sokaklarda elimizde fotoğraf makinası dolaşmaya başlıyoruz. Tarihi yapısı korunmuş mimarisi ve sokakları huzur verici havası var. 
Güzel bir çarşısı var. Yöresel ürünlerin ağırlıkta olduğu çarşının esnafının güzel enerjisi var.
Sabah erken dolaşmaya çıktığımız için tezgahlar yeni yeni açılıyordu. Esnafın birbiri ile olan muhabbeti ve şakalaşmalarına tanık oluyorum. Bir yerin tarihi dokusu ile birlikte insan dokusunun da korunmasının güzel bir örneği Beypazarı çarşısı.
Beypazarı çarşısında alışveriş yaptıktan sonra öğleye doğru yola koyulduk. Nallıhan'a yaklaştığımızda bizi rengârenk tepeler karşılıyor. Jeolojik olarak esasında burası bir göl tabanıdır. Göl tabanına farklı zamanlarda farklı özellikte tortulun birikmesi ile birbirinden farklı özellikte ve farklı renkte tabakalar oluşmuştur. Zaman içerinde yer hareketleri- dağ oluşumu (orojenez) sonucu yükselip bu günkü halini almıştır. Burası Gök kuşağı tepeleri olarak bilinmektedir.
Yolculuğumuzda kayda değer son durak oldu burası. Yol üzerinde Nallıhan Kuş Cenneti'nin yanından geçtik. Neredeyse su kalmamıştı. Durmadan yanından devam ediyoruz. Öğleden sonra sıcaklık etkisini arttırdı. Mudurnu'yu geçtikten sonra esen rüzgar fön etkisi yaratıyor. Benzin ve kısa su molaları dışında durmuyoruz. İzmit'e yaklaştığımızda sanki fırına atılmış gibi hissettim. Bu yıl İç Anadolu rotasının çok isabetli karar oluğunu bir kez daha anlıyorum.
Saat 16:00 gibi eve ulaşıyorum. Bütün seyahatlerin en en güzel anıdır. Sağ salim dönmek ve bir hayali gerçekleştirmek. Kaç gündür  beni bekleyen çocuklar, yol arkadaşım ile  ilgilenirken ben keyifle onları izliyorum.
BİR KAÇ TEKNİK DETAY VE DEĞERLENDİRME
* 6 gün süren seyahatimiz de 2250 km yol kat ettik. Yol boyunca yakıt ortalamalarımız 100 km de 2.3/2.4 arasındaydı. Zaman zaman limitleri zorlamamıza rağmen yakıt tüketimi bizi ziyadesiyle memnun etti.
*Yolda kulak tıkaçlarımı kaybetmem ve motorumun elektriksel problemi dışında herhangi bir sorun yaşamadım.
*Özellikle yolculuğun 3 günü itibariyle rüzgar şiddeti fazlaydı ve bazen motoru kontrol etmekte bile zorlandım. Motorumun uzun siperliği göğse gelen rüzgarı kesiyor ama kaskta çok fazla uğultuya yol açması nedeniyle sökmüştüm. Deflektör çözüm olabilirdi ama bir camın ardından yola bakmak pek hoşuma gitmiyor. Kısa ama işe yarayan siperlik bulursam deneyeceğim.
*Bu güne kadar uzun yollarda 6 farklı motosiklet kullandım. Yamaha ybr 125esd, Kymco agility 200, Suzuki Gsxs125, Honda msx125, cb125f ve pcx 125. Bu motorlardan en konforlusu ve en dengelisi Pcx 125 diyebilirim. 
* Yolculukta sadece bir gece kamp yapabildik. Planımda 2-3 gün kamp yapmak vardı. Fakat yaşadığım teknik aksaklık ve genel anlamda gün içinde fazla yol yapmanın verdiği yorgunluk engel oldu. Aslında Kaldığım bazı yerlerde kamping seçenekleri de vardı. Mümkün mertebe kamping işletmelerini tercih etmiyorum. Belli güvenlik kriterlerini göz önünde bulundurarak doğada tek başına kamp yapmak daha çok hoşuma gidiyor.
*Bu tip kısa zamanda uzun rota tamamlama şeklinde gezilerde kamp yapmak bazen fazlaca zaman kaybına yol açabiliyor. Bir daha ki uzun rotaya çıkarsam muhtemelen kamp malzemelerini yanıma almayacağım. Bir milli parkta, dağda ya da yaylada bir kaç gün geçirmeyi düşünsem o zaman kamplı gezi çok daha iyi olacaktır.








2 yorum:

Unknown dedi ki...

Mükemmel bir gezi olmuş. Okurken gezinin nekadar keyifli olduğunu hissettirdiniz.

Motosiklet Gezileri dedi ki...

Teşekkür ederim

İNÖNÜ YAYLASI GEZİSİ (13.04.2024)

13 Nisan Cumartesi günü scooter ile İnönü yaylasına çıkmak  için önceden plan yapmıştım. Ömer de bana eşlik edecekti ama son anda işi çıktığ...